-
76.
+2buluşma saatine kadar 4 paket giyindim ve dışarı çıktım. eskiden olsa param olmadığı için hesabı nasıl ödeyeceğimi dert edinirdim fakat şu anda gibimde bile olmadığını fark ettim.Tümünü Göster
pub'a vardım. deniz aynı masaya oturmuştu. süzüldüm ve yanına oturdum. bardağındaki birayı süzüyordu.
sessizliğini bozmasını bekledim 5 dakika boyunca. sonunda konuşmaya başladı.
- aykut şu hayatta en değerli şey nedir biliyor musun?
- nedir?
- güçlü olmaktır.
felsefe yapmaya gelmemiştim buraya... konuşmasına müsade ettim bir süre, eninde sonunda açıklayacaktı olanları.
- canından çok sevdiğin annen öldükten sonra bile ayakta kalabilmektir. annenin yası bitmeden bir gece babanın senin yatağına süzülmesine ses çıkarmadan katlanabilmektir. o tecavüzcü pisliği, hiç beklemediği bir anda öldürebilmektir güçlü olmak.
kendi kendine konuşuyordu. anlattıkları umrumda değildi, ben istediğimi hala alamamıştım.
- dinliyor musun aykut?
- ne?
dalıp gitmiştim o sırada, günahlar içinde boğulmuş iç dünyamdaki bataklıklarda yüzüyordum.
- bak, benim hikayemi anlamadan sorularına cevap bulamazsın. şimdi dikkat kesil ve dinle. bu taka girdiysen boğazına kadar batacaksın, başka yolu yok.
aslına bakarsanız hikaye dinlemeyi oldum olası sevmişimdir. herkesten öğrenecek bir şeylerim olduğunu düşündüğüm için de iyi bir dinleyiciyimdir genel olarak. fakat şu an içinde bulunduğumuz durum normal değildi. uzun zamandır yoksunluk çeken bir madde bağımlısı gibi cevaplara açtım. bütün bunlara rağmen önümde tek bir yol gözüküyordu..
- pekala anlat.
bardağın sonunda kalan birasını bitirdi, yeni bir sigara yaktı ve anlatmaya başladı.
bundan sonrasını deniz'in ağzından anlatacağım.
sıradan ve mutlu bir aileydik. zaten sıradanlık mutluluğu getirir bana kalırsa, en azından mutsuzluğa giden kapıları kapatır. hiçbir aşırılığa kaçmadan ölür gidersin. annem de aynen bu şekilde öldü işte. evet, mutluydu öldüğünde. 8 yaşındaydım o sırada, cenaze işlemleri süre gelirken uzun süre evde yalnız kalıyordum, bu ilerleyen günlerdeki iç yalnızlığımın bir provasıydı sanki.
ilk birkaç hafta ağlayamadım. çünkü bilmiyordum ölümü o yaşta, aklıma sokamıyordum. bir süre sonra annemin bir daha gelmeyeceğini tam olarak anladığımda artık gecelerime gözyaşlarım eşlik etmeye başladı. hıçkırıklarımı duyan babam gelir teselli ederdi beni geceleri. evet, tutunacak tek dalım babamdı o sıralar. bir gece onu da kaybetmemle beraber, rüzgarlı bir havada elden kurtulmuş uçurtma gibi savruldum.
yine hıçkırıklara boğulduğum bir gece babam geldi yanıma. artık annemin yokluğuna değil, babamın yanıma gelmesi için ağlıyordum geceleri. geldiğini görünce gözyaşlarım diniyordu kendiliğinden. yanıma oturdu, ağırlığıyla yatağı çökertti ve fizik kuralları gereği onun kucağına doğru yaslandım. okşuyordu saçlarımı, tüm sıkıntılarımı unutuyordum o çocuk aklıma o anlarda.
fakat o gün beni her zamankinden farklı şekilde okşadığını hissettim. ayrıntıya girmek istemiyorum fakat bana sakin olmamı, kötülüğümü istemediğini söylüyordu sürekli. üstümdeki giysileri çıkarttı. neler olduğunu anlamıyordum ama korktum nedense, tekrar ağlamaya başladım. o sığındığım limanı, tüm savunmasızlığımla kendimi teslim ettiğim babamı da kaybedersem yaşamamın ne anlamı kalacaktı ki?
babam işini bitirdikten sonra tekrar saçımı okşamaya başladı. düşünemiyordum o sırada, sanki ruhum bedenimden ayrılmış, kendimi izliyordum. algılarımı yitirmiştim. kalktı ve çıktı odadan. artık odada da, hayatta da yalnızdım. hayat, küçük omuzlarıma bu yükü yüklemeyi uygun görmüştü. önümde iki seçenek vardı, mücadele mi edecektim, boyun mu eğecektim?
uykudan kalktığımda saat öğlen 3'tü. merhametli uyku tanrıları uyandırmak istememişti beni sanki, zira uyanılacak bir hayata sahip değildim. aşağı indim, babam gazete okuyordu. dışardan bakan birisi hiçbir fark göremezdi o şeytanda, fakat bu normalliği bende tam ters bir etki yaratıyordu. içinde beslediği o canavar içgüdülerine rağmen nasıl bu kadar normal gözükebiliyordu?
- günaydın kızım.
yumruk yemiş gibi baktım suratına. uzun süredir bir şey yemediğimi fark ettim o sırada, fakat gram iştahım yoktu. canavar bunu fark etmiş gibi sordu:
- bir şeyler hazırlayayım mı?
hayatımız aynen eskisi gibi mi devam edecekti? geceleri canavara tahammül edip, gündüzleri üzerine giydiği insan postuyla mı muhattap olacaktım?
- iyi olur babacığım.
madem bir oyun oynanacaktı, ben vardım. o yaşta her çocuk babasıyla oyunlar oynardı, demek ki benim kaderimde de bu oyun vardı.
kendimi hiç olmadığı kadar güçlü hissediyordum. sanki o sabah kalktığımda 10 yaş büyümüş gibiydim. gerçekten de kaybedecek bir şeyi olmayan bir insanı yenemezsiniz, o an bunun farkına vardım. canavara karşı gelmeyecektim kesinlikle, oyun onun istediği gibi oynanacaktı bir süre. rehavete kapıldığı an, sonsuza kadar kaybettiği an olacaktı.
günler bu periyotta akıp gidiyordu. okuluma gidiyor, geldiğimde babamla olabildiğince az muhattap oluyor ve gece canavarla baş başa kalıyordum. son zamanlarda bir değişiklik yaşanmıştı bu olaylarda, geceleri bize bir kamera eşlik ediyordu. daha sonra bu videoları bilgisayara yüklüyordu. bu bana iyi bir fikir verdi.
yine bir gece çektiği videoyu internete nasıl yüklediğini izledim. zor bir tarafı yoktu, her çocuk gibi çabuk öğreniyordum ben de. planımın bu kısmı tamamdı. yaklaşık 3 gün içinde planımın diğer kısımlarını düşünerek, bir karara vardım. sonunda harekete geçeceğim gün gelmişti.
o gece her zamanki gibi hiç konuşmadan içeri girdi ve kamerayı kurdu. sesimi çıkarmadan yatakta oturuyordum. bu gece defalarca yaşanmıştı, neden farklı bir şey olsundu ki bugün? bu rahatlıkla yanıma doğru geldiğinde, iki elimle sıkı sıkı tuttuğum bıçağı tüm gücümle karnına sapladım.
şaşkınlıktan büyümüş gözleri üzerime kilitlenmişti. hala ayaktaydı, ellerini ellerimin üzerine koyarak bıçağı çekmeye yeltenmişti ki tüm gücümle ellerimi sağa ve sola doğru hareket ettirerek vücudunu olabildiğince haraplamaya başladım. yüzüm kan içinde kalmıştı, canavarın yavaş yavaş güçten kesildiğini hissediyordum... ellerim sıcak kanın tadına daha iyi varmak istercesine git gide daha hızlı hareket ediyordu...
sonunda yere yığıldı, ölmemişti hala güçlükle nefes aldığını hissedebiliyordum. kamerayı olduğu yerden aldım ve yakından çekmeye başladım onu.
- iyi misin babacığım?
zorlukla kafasını doğrultarak yüzüme baktı. ölümün yakınlığından dolayı duyduğu korkudan çok şaşkınlık okunuyordu yüzünden. belki de kendi kızının nasıl ona bunu yapabildiğini düşünüyordu muhteşem bir ironiyle...
kamerayı bizi çekecek bir şekilde yerleştirerek tekrar bıçağı aldım. üstündeki kanları saçlarına silerek temizledim. ölmesine çok az zaman kalmıştı, ona son olarak bir hediye vermek istedim. minik ellerimle bıçağı dikine boğazına dayadım ve tüm gücümle bastırdım.
bitmişti.
bütün bunları anlattıktan sonra sustu deniz. hikayedeki kız karşımdaki deniz olabilir miydi gerçekten?
- sonra ne oldu?
- daha sonra anlatacağım. yarın sabah seninle bir yere gideceğiz.
- nereye?
- gidince görürsün, bugünlük bu kadar.
hesabı ödedi. oturduğum yerden kalkamamıştım hala.
- gelmiyor musun?
güçlükle kalkarak yürümeye başladım yanında.
- insanları öldürmeye babanla başladın demek?
cevap vermedi. bu sefer onun istediği gibi yürümeyecekti muhabbet.
- anlatsana deniz, normal bir şey olduğunu mu sanıyorsun bunların?
- bir normaldir tutturmuş gidiyorsun. yarın senin normal algını değiştireceğim belki böylece kafa ütüleyemi bırakırsın.
hızlanarak beni geçti. hafifçe koşarak yanına ulaştım tekrar.
- bütün bunları polise anlatmayacağımı nerden biliyorsun?
- doruk'u öldürdüğünü polisin bilmesini istemezsin değil mi?
- ne saçmalıyorsun?
- parmak izlerin, terin, saçların... maalesef bayıldığın anda bunları almak pek kolay oldu. eh doruk'un cesedinin de bir yere gitmeye acelesi olmadığına göre şahitlik yapabilir pekala.
bir şeytanla yan yana yürüyordum...
hiçbir şey söylemeden evimin sokağına saptım ve eve geçtim. üstümdekileri çıkarmadan yatağa uzanıp düşüncelere daldım. yarın ne gösterecekti bana deniz? babasını öldürdükten sonra hayatını nasıl yoluna koyabilmişti ayrıca? ve her şeyden önemlisi deniz gibi kaç kişi dolanıyordu sokaklarda?
kabuslar içinde bölük pörçük bir uykuyla 9 gibi kalktım. zombi gibi hissediyordum kendimi, aç olmama rağmen iştahım yoktu. kahvemi yudumlarken telefonun çalmasıyla tüm bilişsel fonksiyonlarım yerine geldi. evet, bugün büyük gündü.
- alo?
- hazır mısın?
- evet.
- iyi 5 dakikaya geliyoruz.
kapandı. " geliyoruz " da neydi?
aşağı inip bir sigara yaktım. o anda köşeyi dönen lüks bir araba durdu önümde. içeri sigarayla girip girmeme tereddüdü yaşadıktan sonra içim parçalanarak veda ettim sigarama. arka kapı açıldı, deniz içerdeydi.
- gel.
girdim, şoförün kim olduğuna bakmak isterken hayal kırıklığına uğradım, zira arada bir bölme vardı.
başlık yok! burası bom boş!