/i/Devlet

  1. 76.
    +1
    (Tacül Aras, C. 1/186)Ümmü Seleme annemiz şöyle demiştir: “Cilbablarından üzerlerini sıkıca örtsünler.” âyetinin nüzûlünden sonra, Ensar kadınları siyah çarşaflara büründüler. Öyle bir ağırbaşlılık ile çıkmışlardı ki, sanki hepsinin başına birer karga konmuştu.” Verilen kaynaklardan da anlaşıldığı üzere islam alimlerinin çoğunluğu çarşaf üzerinde durmakta ve tesettürün çarşafla daha güzel olacağını ifade etmektedirler. Ayeti kerimede geçen “cilbab”a, açıkça “çarşaf” demeyen müfessirler ise, “kesintisiz bütün bedeni baştan aşağı örten geniş bir elbiseyi” tarif etmektedirler ki, bu tarife en uygun olan kıyafet de çarşaf, ferace ve car’dır. Bu kıyafetler Türkiye’nin çeşitli yörelerinde, “ehram, peştamal-dolama, şalvar-atkı” gibi farklı isimlerle de zikredilmektedir.

    Tabi bu kıyafetlerin kumaşının kalitesi, ince veya kalın oluşu örfe, beldelere ve mevsimlere göre değişiklik gösterebilir. Ancak dikkat edilecek husus, kadının boynu, omuzu, göğüs, kol, koltuk altı, bel gibi uzuvlarının, kısaca vücut hatlarının belli olmaması gerekmektedir. içini gösterecek kadar şeffaf, vücut hatlarını belli edecek kadar ince ve dar olmamalıdır. Çünkü kadınların örtünmesinden maksat bütün şüpheli yolları kesmek, erkek ve kadınların kalplerinde dolaşan vesveseyi bertaraf etmektir. Hal böyle olunca başörtüsü bu işi göremez. Çünkü o boyundan bağlandığı için gerek omuzlar, gerekse boyun bölgesi çarşafla olduğu kadar kapanmaz.

    Ayrıca onunla insanın gençliği, yaşlılığı, güzelliği daha bariz anlaşılır ama çarşafla bu vasıflar örtülür. Tabi şunu da ifade edelim ki; âyet-i kerimede örtünmenin; “tanınıp eziyet edilmemesine daha uygun olması” gibi bazı hikmetlerinin açıklanması, bu gayenin bulunmadığı veya başka şekilde elde edildiği durumlarda, “örtünmek gerekmez” gibi yanlış bir düşünce hatıra gelmemelidir. Çünkü esas itibariyle örtünmek, Allahın emri ve Dinin gereğidir. Netice olarak, tesettür hakkındaki nihâi emir bu âyetle verilmiştir. Dolayısıyla Allah-u Teala Ahzab Süresi’nin 59. âyeti kerimesiyle, kadınların dışarıya cilbab/çarşaflarını giymeden çıkmasını yasaklamıştır.

    Cumhuriyet devrinin meşhur edebiyatçılarından Yakup Kadri Karaosmaoğlu’nun, “Çarşafa ve Peçeye Dair” isimli bir makalesi vardır. Her ne kadar daha sonra bu görüşlerinden çark edip kendi memleketinin manevi değerleri ile göbek bağını koparmış olsa da, 1915 yılında yazdığı çok hoşuma giden bu muhteşem makalesini, konumuzla alakalı olması hasebiyle sizinle paylaşmak istedim: “Bu çirkin asrın yegâne süsü ve güzelliği sizin çarşafınızdır!” “Bu çirkin asrın ve bu çirkin muhitin yegâne süsü, yegâne güzelliği sizin çarşafınız, sizin peçenizdir.

    Yalnız bunlardır ki gözlere hâlâ bakmak tahammülünü, bakmak arzusunu veriyor. Niçin onlardan müştekî/şikâyetçi gibisiniz? O mazrûfa, bu zarftan daha muvâfık ne olabilir? Sizi böyle gördükçe bir kadının başka türlü nasıl giyinebileceğini düşünüyorum ve çarşafsız, peçesiz bir kadın tahayyül edemiyorum. Siz bizim aşkımızın, hürmetimizin, siz bizim kıskançlığımızın mutî mahbûbeleri değil misiniz? Vücudunuzun şeklini alan bu dilfirîb/cazibeli, alımlı mahbesi, sizin etrafınıza, sizin yüzünüz üstüne biz ördük; bizim ihtimâmımız, bizim muhabbetimiz ördü.

    Sizi güneşten, havadan, sizi kem nazardan sakındık da böyle yaptık. Yazık değil mi ki o saçlara güneş vursun, o yüzü havalar, tozlar hırpalasın! Yazık değil mi ki, -ma’azallah- o gözlerin harîmine kolayca laubâli bir yabancı gözün kıvılcımı sıçrasın? Düşündük ki, belki bilmeyerek, belki farkına varmayarak birine gülüverirsiniz. Nazarlarınız belki, bilâihtiyar/elde olmayarak birinin üstünde fazlaca tevakkuf ediverir. Onun için yüzünüzü örttük. Zira tebessümlerinizin, bakışlarınızın kıymetini biz anlıyor, biz biliyorduk. Gönlümüz onların öyle lüzumsuz yere heder olmasına acıdı da, bir ipek mahfaza içinde muhâfazalarına lüzum gördü. Çünkü siz hilkaten/yaratılış itibariyle müsrifsiniz, hazinelerinizin bahasını bilemezsiniz; her şeyde bahil olan tabiat, bütün cömertlik kabiliyetini size verdi, sizin kalbinize döktü, fakat öyle bir ifrat ile ki, nihayet böyle bir tedbire ihtiyaç messetti.

    Zaten insanların yegâne vazifesi tabiatın hatalarını tashihe çalışmak değil midir? insanlar, kadınlara tahakküm ettikleri gündür ki tabiata gâlip geldiler. Cemiyetlerin ve medeniyetlerin esasını bir erkeğin kıskançlığı kurdu. Memleketlerden, vatanlardan evvel ilk müdafaa edilen kadındı. Bana inanınız bütün bu evler, bu mâbedler ve bu şehirler sizin için yapıldı ve sizin açıldığınız ve sizin kıskançlık mahbesini yıktığınız yerlerde derhal evler yıkıldı, mâbedler harap oldu, şehirler çöktü.

    Çünkü sizin mahbesleriniz o yerlerin surlarıydı, kaleleriydi. Niçin başka cinsten (toplumlardan) kadınlara bakıp da başınızda garip mütâlealara meydan açıyorsunuz? Onlardan size ne? Siz başlı başınıza bir âlemsiniz. Ben o âleme girdiğim dakikadan itibaren hariçte bir başka mevcudiyet var mı, yok mu? unuttum bile… Siz niçin kendinizde herkesi unutmuyorsunuz? Söze başlarken size demiştim ki, bu çirkin asrın, bu çirkin muhitin yegâne süsü, yegâne güzelliği sizin çarşafınız, sizin peçenizdir. Memnun ve müsterih yaşamak için bu kanaat size kifâyet etmez mi?

    Halbuki benim ruhumu sadece bu kanaat dolduruyor: Peçeniz ve çarşafınız… Bunlardır ki bana muhabbeti öğretiyor; hayata muhabbeti, aşka muhabbeti, memlekete muhabbeti öğretiyor, bâhusus memlekete muhabbeti… Zira sizin bu örtüleriniz, bu süsleriniz değil midir ki minarelerden ve o al râyetten/al bayraktan sonra bu serseri ruha bir râz-âşinâ melce/dost, sığınak ve bir emin mersâ/güvenli liman saadeti veriyor.

    Peçenizin kudsiyetini şuradan anlayınız ki, bir yabancı elin ona uzanması ihtimâli bile gayz nedir, hırs nedir, intikam nedir, kin nedir hiç bilmeyen bu tembel ve yorgun ruhda, beldeler yıkacak, burcü bârûlar/kaleler ve kuleler devirtecek bir ateş alevliyor. Gördünüz mü? Peçenizden bahsederken, haşin adımlarla, yüksek surlar etrafında dolaşan bir eski kahraman gibi söz söylemeye başladım. Belki bunların hiç birini yapmayacağım, fakat emin olunuz ki şu dakikada çok samimiyim. Size, sizin örtülerinize ve süslerinize doğru teveccüh edince kendimi her şeye kadir farzediyorum.

    Tarih, menâkıb-ı beşeriyeyi dolduran en büyük kahramanlıklar, bana birer çocuk oyunu gibi geliyor. Sakın onları çıkarmayınız, sakın onları atmayınız. Bu çirkin asrın, bu çirkin muhitin ortasında asâlet ve zerâfete yegâne dâl/delil ve âlâmet olarak, bunlar, sade bunlar kaldı. insanlar senelerden beri, insanlığı terzîl/rezil etmek için ve cemiyetlere manzaraların en fenasını vermek için sevimsiz bir cinnetle her şeyi devirdiler. Bu gürûha peyrev olmak size yakışır mı? Ben sizi zamanların ve insanların fevkinde, onların haricinde biliyorum. Siz mestûr ruhlardan değil misiniz?

    Dünya yüzünde tek başına kalan ulvî bir dinin ilâhı, sizi bu sıfatla sâir mahlûkat arasında mümtaz kılmamış mıydı? Siz O’nun halkettiği cennetâsâ âlemin meleklerisiniz. O, “Kitab”ında sizin isminizi zikretti. O vakitten beri siz mukaddesat meyânına girdiniz. Artık ne hâle/bugüne, ne mâzîye/geçmişe, ne de âtîye/geleceğe mensupsunuz. Yalnız unutmayınız ki, size bu mertebeye bizim aşkımız, bizim hürmetimiz, bizim kıskançlığımız is’âd etti/yükseltti.”

    (Kânunuevvel 1331/ 1915 Aralık Yakup Kadri Karaosmanoğlu)

    Tesettürün Allah’ın kitabına ve Resülüllah’ın sünnetine değil de modaya uydurulduğu, örtünme anlayışının değişip yozlaştığı günümüzde, Yakup Kadri’nin “Çarşafa ve Peçeye Dair” başlıklı bu güzel yazıyı kaleme almasına sebep olan o asil hanımefendileri tekrar görebilmek temennisiyle…
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster