0
Ardından aynı yıl Madrid "El Socialista"dan bir ispanyolca çeviri ve broşür yayınlandı:
"Manifesto dei Partido Comunista" por Carlos Marx y F. Engels, Madrid, Adminstración de
"El Socialista", Hernán Cortés 8.
ilginç olarak ayrıca 1887'de Ermenice bir çeviri metninin bir istanbullu yayıncıya
sunulduğunu belirteyim; ama adamcağız üstünde Marx imzası bulunan bir şeyi basmaya
cesaret edemediği için çevirmene kendi imzasını atmasını rica etmiş, o da kabul etmemiş.
ingiltere'de az ya da çok hatalı Amerikanca çevirilerin orada burada çokça yayınlanmasının
ardından nihayet 1888'de aslına uygun bir çeviri yayınlandı. Çevirmeni benim arkadaşım
Samuel Moore'dur ve çeviriyi basım öncesi ikimiz birlikte bir kez daha gözden geçirdik. Adı:
"Manifesto of the Communist Party", by Karl Marx and Frederick Engels. Authorized English
Translation, edited and annotated by Frederick Engels, 1888, London, William Reeves, 185
Fleet St. E.C. O yayındaki bazı notları bu yayına da aldım.
"Manifesto"nun kendine özgü bir yaşam öyküsü oldu. Ortaya çıktığında o zamanlar bilimsel
sosyalizmin henüz az sayıda olan öncülerince heyecanla selamlandı (ilk önsözde adı geçen
çevirilerin kanıtladığı gibi), sonra Paris işçilerinin Haziran 1848 yenilgisiyle başlayan
gericilik tarafından kısa sürede geriye itildi ve nihayet 1852 Kasımı'nda Köln komünistlerinin
mahkûmiyetiyle "yasal açıdan" hüküm giydi. Başlangıç tarihini Şubat Devriminden alan işçi
hareketinin sahneden çekilmesiyle "Manifesto" da geri plana gitti.
Avrupa işçi sınıfı egemen sınıflara karşı yeni bir çıkış için tekrar yeterince güçlendiğinde,
Uluslararası işçi Birliği oluştu. Amacı, Avrupa'nın ve Amerika'nın tüm mücadeleci işçilerini
tek bir büyük ordu bünyesinde kaynaştırmaktı. Dolayısıyla "Manifesto"da konan esaslardan
hareket edemezdi. ingiliz sendikalarına, Fransa, Belçika, italya ve ispanya Proudhon'cularına
ve Alman Lasalle'cilerine[ 2 ] kapıyı kapalı tutmayan bir programı olmalıydı. işte bu program
—Enternasyonal tüzüklerinin dayandığı temeller— Marx tarafından, Bakunin'in ve
anarşistlerin bile kabul ettikleri bir ustalıkla kaleme alındı. "Manifesto"da konan esasların
nihai zaferi için Marx yalnız ve yalnız işçi sınıfının, birleşik eylemden ve tartışmadan zorunlu
olarak ortaya çıkması gereken entelektüel gelişimine güveniyordu. Sermayeye karşı
mücadelenin yarattığı olaylar ve değişkenlikler olsun, başarılardan çok yaşanan yenilgiler
olsun, bu mücadeleyi verenleri, bugüne kadarki gibi tüm dünyanın derdine merhem bulmaya
yeterli olmadıklarını açıkça fark etmekten ve işçilerin kurtuluşunun gerçek koşullarını
temellice görmek için zihinlerini daha açık tutmaktan alıkoyamazdı. Marx haklıydı. 1874'te
Enternasyonal'in çözülüşündeki işçi sınıfı, 1864'te onun kuruluşundaki işçi sınıfından
tamamen farklıydı. Gerek Fransa, ispanya, italya gibi ülkelerdeki Proudhon'culuk, gerekse
Almanya'daki spesifik Lasalle'cilik, tükenmekteydi ve hatta o zamanın katı genci ingiliz
sendikaları bile yavaş yavaş 1887'de Swansea'deki kongre başkanlarının onlar adına şunu
söyleyebildiği noktaya doğru gitmekteydiler: "Kıta sosyalizmi bizim için ürkütücülüğünü
yitirmiştir." Evet kıta sosyalizmi, ama daha 1887'de yalnızca bir teoriden ibaretti o,
"Manifesto"da ortaya konmuş bir teori. Ve işte böylece "Manifesto", belli oranda modern işçi
hareketinin 1848'den bu yana tarihçesini yansıtmaktadır. Günümüzde ise kuşkusuz tüm
sosyalist yazının en yaygın ve en uluslararası bir ürünüdür, Sibirya'dan Kaliforniya'ya tüm
ülkelerin milyonlarca işçisinin ortak programıdır.
Ama ortaya çıktığında ona sosyalist manifesto diyemezdik elbet. 1847'de sosyalist denince iki
tür kişi anlaşılıyordu. Bir yanda, daha o zaman giderek tükenmekte olan tarikatlara daralmış
çeşitli ütopik sistemlerin, özellikle de ingiltere'de Owen'cılığın, Fransa'da Fourier'ciliğin
peşinde olanlar. Öbür yandaysa, sermayeye ve kara hiç dokunmaksızın toplumsal
Tümünü Göster