/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 2651.
    +3 -2
    Sevgili arkadaşlar, değerli sözlükçüler.

    "dünyalideri" nickli sözlükçü arkadaşın söylediklerine dair bir iki kelâm etmek isterim müsaadenizle.

    Öncelikle şunu belirteyim. Arkadaşın yazdıklarının yaklaşık %70 kadarını sanıyorum ki, okudum. En son Lucifercileri anlatıyordu, onun akabinde bıraktım. Kalanını da okurum daha sonra diye düşünüyorum.

    Burada yazılanların hiç bir noktasında gerçeklik payı yok diyemem. Ancak maalesef ki, tüm gerçeklikler türlü hurafelerin, saçma safsataların, peri masallarının ve yazarın kendisinin de sürekli "şer odaklarının çıkış yeri" olarak gördüğü ABD'nin film endüstrisinin dayattığı iyiler-kötüler savaşı romantizminin ardına gizlenmiş durumda. Dolayısıyla gerçeklikleri çarptırılmış, özleri kaybedilmiş, yalnızca kendi inançları doğrultusunda kişileri yönlendirmek isteyen küfür sahibi mahlukatların kelâmlarına gark olmuştur.

    Gelin, önce arkadaşın anlattıklarındaki gerçeklik payı olan hususlar nelerdir bunlara bakalım.

    Evet, tam da dünyalideri'nin burada çizdiği tabloya benzer şekilde, dünyanın bir ucundan diğer ucuna kadar bir çok ülkede hüküm süren büyük sermaye sahipleri mevcuttur. Bu sermayedarlar birbirlerini tanırlar ve bir çok konuda ortaktırlar. Bunların gerçekten de siyasî figürlerle içli dışlı oldukları açıktır, dahası, kendileri bir çok konuda ülkelerin önemli siyasî kararlarına müdahele edebilecek güce sahiptirler. Bu nasıl oluyor?

    Arkadaşlar, şu anda dünyanın neredeyse tamamında süregelen bir ekonomik yapılanma vardır. Bu sistem birdenbire ortaya çıkmamıştır. Tarihsel sürecin bir ürünüdür. Şöyle anlatayım: Orta çağ döneminin Avrupasında feodal bir düzen vardır. Lordlar vardır, serfler vardır. Serflerin serfleri vardır, ve en altta da köleler, köylüler, topraksız çalışanlar vardır. Herkes, kendinden daha güçlü ve nüfuzlu olan bir üste tabidir. Alttaki, üsttekine ürününden vergi öder, üstteki de bunun karşılığında onu korur kollar ve gerektiğinde ondan asker alır vs. Bu zincirleme sistem, en üstte krala kadar gider. Yani kralın kollarıyla en alta kadar gider. Bu, feodal sistemdir. Elbette feodal sistemin güçlülerinden birisi de din adamları, kilise kurumudur. Onlar da büyük topraklara ve bir çok da köleye sahiptir. Ülkelerde ikili güç vardır. (Buna iki Kılıç Teorisi denir ve I. Gelasius (papa) tarafından ortaya atılmıştır, daha sonra Salisbury'li John tarafından geliştirilir ve orta çağ papaz filozofları tarafından bu kuram hep tartışılmıştır). Bu kısaca şunu söyler, Tanrı tarafından güç iki otoriteye verilmiştir. Dünyevi otorite sahibi kraldır, dini otorite sahibi ise kilisedir. (ancak, belli bir döneme kadar krallar da kilise tarafından krallığa layık görülürler, yani asıl otorite kilisenindir yine de).
    Neyse, konuyu dağıtmıyım. Bu feodal sistem, 17. yüzyıl civarında yıkılmaya başlar. Tüccarlar gittikçe güç kazanır ve kilisenin topraklarından satın almaya, ayrı yerlerde kendi topraklarını genişletmeye başlar. Zamanla bu sınıfın güçlenmesiyle birlikte otoritesi artar ve Kilisenin Kral üstündeki otoritesi zayıflamaya başlar. (Osmanlıdaki ayanları düşünün. Veya 13. yüzyılda Magna Carta'yı ingiltere'de imzalatan lordların gücünü düşünü onun gibi). Böylece yeni sınıf, sermayeye sahip olan tüccar sınıfı olur. işte bunun hemen sonrasında Fransız ihtilali yaşanır, ingiltere'de parlamentoda güçler dengesi değişir, Avrupa'nın hemen her yerinde yönetim anlayışları tamamen yenilenir. Artık milliyetçilik gibi ideolojik tartışmaların devri başlamıştır. Locke'lar, Rousseuau'lar, bu devirde güçlü düşünceler üretir ve gelecek ikiyüz üçyüz yılın felsefelerini ortaya koyarlar. Cumhuriyetçilik fiikri (yani ulus-devletlerin kurulması anlamında cumhuriyetçilik fikirleri) yükselmeye başlar vs.

    Osmanlı'daki tanzimat yenilikleri, meşrutiyetler ve daha sonra gelen cumhuriyet de, bizim bu sürece geç de olsa dahil olma sürecimizdir.

    Şimdi, daha sonra ne oluyor? Ekonomik sistem tamamen endüstiryel devrimlerin ışığında değişiyor. Artık Aristokratların (kanla yönetim hakkı alan kralların veya tanrıdan yönetim hakkı aldığını iddia eden dinsel otoritelerin) yönettiği bir dünyadan değil, burjuvazinin (yani sermayeye, üretim araçlarına sahip olup işçi çalıştıran ve yeni yatırımlarla, yeni üretimhanelerle kendi kârını ve toplam üretimi arttıran burjuvazinin) hükmettiği bir dünyadan bahsediyoruz.

    Bu sistem, özellikle 1900'lü yılların ikinci yarısından itibaren küresel bir şekle bürünür. Artık dünyanın bir çok ülkesinde, bir çok köşesinde üretim yapıp, bunları marka zincirleriyle satan ve karlarına kar katan küresel sermayelerden/şirketlerden bahsediyoruz.
    (Network filminde Arthur Jensen'in ünlü konuşmasını hatırlayın http://www.americanrhetor.../moviespeechnetwork4.html
    "There are no nations. There are no peoples. There are no Russians. There are no Arabs. There are no third worlds. There is no West. There is only one holistic system of systems, one vast and immane, interwoven, interacting, multivariate, multinational dominion of dollars. Petro-dollars, electro-dollars, multi-dollars, reichmarks, rins, rubles, pounds, and shekels.")

    (DEVAMINI YAZICAM BEKLEYiN, yazdım da sığmadı amk.)
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster