+56
*
durağa gelmiştim.
çardakta kimse yoktu.
kaşımdaki yara kanamıyordu ama ne olur, ne olmaz farkeder de sorarlar içerdekiler diyerekten girmedim o soğuk havaya rağmen içeri.
yağmur başlamıştı.
çardakta tek başıma oturuyordum.
anasını kaybetmiş çaresiz yavru köpekler gibi eylül'ün dönmesini bekliyordum.
vakit öğleni geçmişti.
acıkmıştım.
mecburen içeri girip içerdekilerle göz teması kurmadan rüstem abinin masasından aşağıdaki köftecinin telefon numarasını aldım.
dışarı cıkıp cep telefonundan arayacaktım ki bu yağmurda paketçi çocuğun ıslanmasına gönlüm razı olmadı. gidip orda yemeye karar verdim. arabaya atladım ve köfteciye sürdüm.
bi yarım ekmek köfte bi de ayran söyledim kendime.
karnımı doyurmuştum.
üzerine bir de çay söyleyip camın kenarından sokağa bakıyordum.
derken elinde poşetlerle yürüyen aysel'i gördüm.
çayı içmeden hesabı ödedim ve koştum peşinden.
benim geldiğimi görünce durmadı ama yavaşladı.
-aysel. diyerek geçtim karşısına.
küs gibi değildi ama tokat olayından sonra da eskisi gibi de değildi haliyle, öyle olması da beklenemezdi zaten.
-efendim. demişti ki kaşımdaki yaranın kanamasa da açık olduğunu farketti.
elindeki poşetleri direk yere bırakıp.
-ne oldu. diyerek kaşıma dokundu.
o dokunuşta ne o tokadın tribi vardı, ne ona ettiğim küfrün öfkesi..
sımsıcak dokunmuştu lan beyler.
annem gibi dokunmuştu, şevkatle dokunmuştu.
-iyiyim, ufak bi kaza, merak etme. dedim ve uzatmamak için,
-nereye. diye sordum.
-ablana. dedi hala kaşıma bakarak.
-iyi, gel bırakayım. dedim
-yok otur otur kilo aldım zaten, azcık yürüyeyim. dedi
-yağmur yağıyor ama. dedim
-olsun daha romantik. dedi
gülerek karşılık verdim.
-peki sen bilirsin. diyerek aldım poşetleri elinden ve ablama doğru yürümeye başladım.
bulunduğumuz yerden ablamın evi 5 dk lık yürüme mesafesindeydi.
aysel önce bi dursa da sonra o da geldi peşimden.
ablamı evine gelmiştik.
kapıda poşetleri aysel'e geri teslim ettim.
-gelseydin sen de, yemek yapıcam. dedi
-yedim ben saol. dedim
-ablanı da mı görmeyeceksin. dedi
-ben görürüm de o beni böyle görmesin şimdi. dedim kaşımı göstererek.
-peki sen bilirsin. diyerek bahçe kapısından girdi içeri.
koşar adımlarla arabanın olduğu yere yürüdüm.
sucuk gibi olmuştum.
arabaya biner binmez kaloriferi çalıştırdım.
hemen ısıtmadı ama cemil otoya gidene kadar kururum diye düşündüm.
arabı ağır ağır sürüyordum. yine eylül düşmüştü aklıma.
çaresizce telefonun ekranına baktım ama hiç bi tak yoktu.
cebimizde bi buçuk milyarlık telefon taşıyorduk ama hiç bir taka yaramıyordu.
Tümünü Göster