/i/İnanç

İnanç
  1. 1.
    -1
    Mevlana "Batıl, Mesnevi'nin önünden ve arkasından yol bulamaz" der, Allah ise Fussilet suresinin 42. ayetinde "Bâtıl, Kuran'a ne önünden gelebilir ne de arkasından" der.

    Mevlana "Mesnevi gönüllerin şifasıdır" der, oysa Allah isra suresinin 82. ayetinde "Kuran'ı, inananlar için bir şifa ve rahmet olarak indirdik." der.

    Mevlana "Mesnevi, alemlerin Rabbinin ilhamıyla hayır sahibi katiplerin elleriyle yazılmıştır" der, Allah ise Abese suresi 13-16. ayetlerde Kuran'ın hayırlı katiplerin elleriyle yazıldığını söyler.

    Uzatmaya gerek yok sanırım, yukarıdaki cümlelerin neredeyse hepsi Kuran ayetleridir. Mevlana, kendi yazdığı Mesnevi'ye Kuran'ın sıfatlarını yükler. E tabi, adam açık seçik Allah tarafından indirildiğini söyledi zaten Mesnevi'nin, ya ne olacağıdı?

    Bir kişinin kendi yazdığı kitap için "bunu Allah indirdi" ifadesini kullanması ne demektir biliyor musun? "Hoşgeldiniz yeni dine" demektir. Bunun lamı cimi yok.

    Peki Kuran bu durum için ne der? Doğal olarak şunu der: "Yazıklar olsun o kişilere ki, Kitap'ı kendi elleriyle yazarlar da sonra onunla basit bir karşılık satın alsınlar diye 'işte bu, Allah katındandır!' derler. Vay haline onların, ellerinin yazdıkları yüzünden! Vay haline onların, kazanıp durdukları yüzünden!" (Bakara 79)

    Dikkat ederseniz şu ana kadar işin felsefesine dair hiçbir şey konuşmadık. Şimdilik yapmaya çalıştığım şey, size sadece ortadaki muazzam bir çelişkiyi göstermektir. Ortadaki çelişki ise, kendi yazdığı kitabın vahiyle indiğini iddia eden Mevlana adındaki adamın, müslümanlar tarafından böylesine sevilmesi, sahiplenilmesidir. Mevlana'yı bu yazıda tasavvuf ve ruhçuluk öğretisini anlamak adına didik didik inceleyeceğiz zaten, fakat sırf şu Mesnevi'nin önsözü bile kafasını kullanmaya cesaret edebilen bir insan için birçok şeyin delilidir. Neyin delilidir? Ortada müslüman diye gezinen toplumun, islam'la zerre kadar alakası olmadığının delilidir mesela. Zira kendi yazdığı kitaba "bu Allah katındandır" diyen insanın durumu, yukarıdaki ayette de gördüğünüz üzere Kuran'da açık seçik anlatılıyor zaten. Peki ortadaki bu çelişki, daha başka neyin delilidir? Müslüman olduğunu söyleyen, yani iş lafa gelince kendisi için en önemli şeyin Allah'ın emirleri olduğunu söyleyen insanların, Allah'ın emirlerini hiç de öyle önemsemediğinin, asıl önemsediği şeyin içinde bulunduğu toplumun değerleri olduğunun, öyle ki kendisine gelenekleri tarafından "Hazret, yüce adam, Allah dostu" diye kakalanan bir adamı bile Allah'ın emirlerine karşı gelmek pahasına sahiplenebileceğinin delilidir. Daha başka neyin delilidir bu çelişki? Günümüzde müslüman olduğunu söyleyen birçok insanın, eğer peygamber döneminde yaşasaydı müşriklerin tarafında olacağının delilidir, zira Arap müşrikleri de geleneklere dayalı dinini sürdüren insanlardı, dinsiz veya inançsız değillerdi. Allah'a inanırlardı.

    insan kelimelerle konuşur ama kavramlarla düşünür. Birbirimizle anlaşabilmemizin yolu, bir kelimeye yüklediğimiz ortak anlamdan geçer. Fakat eğer ben bir kelimeye, sizin düşündüğünüzden farklı bir anlam yüklüyorsam anlaşamayız demektir. "insanlar geleneklere uyar" cümlesinde kullandığım "gelenek" sözcüğünü ben ilk akla gelen "kız isteme, kaşık çırparak çıkkıdı çıkkıdı folklor oynayan kız, asker uğurlama" falan gibi bir kapsamda kullanmıyorum. Benim vurgulamak istediğim gelenek anlayışı, hem yerleşik toplumun hem de insanın arasına girmeye özendiği kesimin değerleridir. O sebeple "gelenek" dediğim şeyin içinde, o günün değerleri, yani popüler kültür de vardır. O günün iktidarı da vardır. Veya asıl moda o günün iktidarına körü körüne zıt gitmekse o da vardır. O günde mevcut olmayan ama geçmişte güçlü bir biçimde var olan ve etkisini o güne kadar sürdüren bir güç de vardır. Kısacası gelenek dediğim şey, taklitçiliğe yakın bir anlam taşır.

    Mevlana hem muhafazakar kesim tarafından, hem de Elif Şafak gibi graffiti yapılmış duvar önünde poz verirken çektirdiği fotoğrafını Instagram'a koyup cool ve bohem olan modernler tarafından benimsenen kusursuz bir gelenek örneğidir. Yani hem yerleşik düzenin adetlerinden, hem de arasına girilmek istenen kesimin doğrularından beslendiği için çok güçlü bir gelenektir. O sebeple konu Mevlana olunca, karşımdakine lafımı en azından "dinlettirebilme" ihtimalim bile çok düşüyor dayı, bunu yüzyüze girdiğim tartışmalardan da biliyorum.

    Mevlana, tasavvufun kalesidir. Tasavvufun görünüşteki "sevgi, aşk, ne olursan ol gel, iyilik güzellik heleloy" imajını gibtir et sen bir kere, zira insanlara bu şekilde hitap etmeyen neredeyse hiçbir görüş yoktur. O işin tıraş kısmıdır. Tasavvufun temel direği vahdet-i vücut anlayışıdır (ki bir de vahdet-i şühud vardır ama ona daha sonra değineceğiz). Vahdet-i vücut ne demektir biliyor musun güzel kardeşim? Bak bizim Karagümrük'te "güzel kardeşim" gibi çok kibar bir laf sadece karşındakine çok sinirlendiğin ama yine de kendine hakim olmaya çalıştığın kavgadan az evvelki o kısacık anda söylenir, yani delleniyorum ayık ol. Vahdet-i vücut: "Her şey Allah'tır" demenin hesapta müslümanca yöntemidir. Yani bu inanca göre tüm evren, tüm yaratıklar Allah'ın bir parçasıdır. Önceki yazılarımda sık sık bahsettiğim spiritüalizm de aynı şekilde "Sen bir tanrısın, heeey, içindeki Tanrı'yı keşfet" mottosuyla insanlara hitap ediyordu hatırlarsanız. Zira adı "new age" olmasına rağmen hiç de yeni olmayan bu modern dinin temeli paganlık ve panteizmdir.

    Her şeyin Allah olması veya her şeyin Allah'ın bir parçası olması ne demektir? Az düşün hele.

    Her şeyin Allah olması demek, her şeyin iyi olması, kötü diye bir şeyin olmaması demektir. Hatta ve hatta eğer her şey Allah ise, her şey iyi bile değildir, her şey sadece "olması gereken"dir. Yani eğer her şey Allah ise, ne iyiden ne de kötüden söz edebilirsin. Her şey "var olan"dır, ve her şey doğrudur. Yanlışa yer yoktur. Kısacası her şey mübahtır. Her şey mübahtır, çünkü her şey Tanrı'dır.

    O sebepledir ki "Allah her şeydir" demek ile, "Allah yoktur" demek arasında hiçbir fark yoktur. Bunu yazının devamında anlayacaksınız fakat üzerinde biraz düşünerek de bunu kavrayabilirsiniz. Entelektüel ateistlerin Mevlana sevgisi de esasen hiç tutarsız değildir, 20 yaşında hayatın anldıbını çözen ateist ekşi sözlük yazarından bahsetmiyorum, o adamın bir şeye karşı çıkacak veya onu destekleyecek birikimi dahi yoktur, tıpkı gelenekler yüzünden müslüman olan çoğunluk gibi gibinin keyfine göre bir şeyi sever veya sevmez o. Ki genellikle Mevlana'ya da "lan içinde din geçiyor, Allah geçiyor, o zaman bu kötü bi şey" düşüncesiyle körü körüne karşı olur bu, fakat neden karşı olması gerektiğini bilmez. Bu tipteki bir gerzekten değil, gerçekten birikimli bir ateistten bahsedeceksek, işte bu kişilerin Mevlana ile ortak paydada buluşması hiç de saçma gelmesin size dayılar.

    Mevlana, Yunus Emre, ibn Arabi gibi sufiler 13. yüzyılda tasavvufa altın çağını yaşatıyorlar. Fakat bu kişilerden önce tasavvufun ve vahdeti vücut anlayışının islam'a iyice sızması, 9. yüzyılda Hallac-ı Mansur ve Bayezid Bestami gibi meşhur sufiler sayesinde oluyor. Ki 9. yüzyıldaki bu Hallac-ı Mansur ve Bayezid Bestami, kendilerinden yüzyıllar sonra dünyaya gelecek olan diğer ünlü tasavvufçuların da akıl hocası olacaktır.
    Hallac-ı Mansur 9. yüzyılda "Enel Hak" demiştir, yani "Ben Hakk'ım/Ben Allah'ım". Neye inandığını bilmeyen çoğunluk tarafından "Siz onun ne demek istediğini anlayamazsınız, o Allah aşkı ile söylenmiş bir laftır" gibi mükemmel derecede mantıklı (!) bir izahla savunulur bu söz. Bu sözün hangi düşünüşün, hangi felsefenin ürünü olduğunu zaten detaylı bir şekilde açıklayacağım bu yazıda, fakat şimdiden aklınızda bulunsun ki "Ben Allah'ım" demek, "Ben Allah'ım" demektir. Kıvırmaya gerek yok. Mevlana, bir diğer önemli eseri olan Fihi Ma Fih'te bunu şöyle açıklar, lütfen en azından altını çizdiğim cümleleri okuyun [5]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUL

    Tasavvufta (diğer mistik dinlerde olduğu gibi) benliği öldürmek vardır. Sufiler kendi iddialarına göre o kadar alçak gönüllüdürler ki, "Bakın ben yokum, ben diye bir şey yok, sadece Allah var" derler. Oysa alçakgönüllülük gibi görünen "Ben yokum" maskesinin altında "Ben Allah'ım" nanesi yatar. Buradaki mantık örgüsü şöyledir kaynatasızlar: "Ben yokum = çünkü sadece Allah var = sadece Allah varsa o halde "ben" dediğim şey de Allah'tır = ben Allah'ım". Ne güzel di mi?

    Mevlana'ya göre de "Ben Tanrı'yım" demek bu sebeple büyük bir gönül alçaklığıymış, hatta "ben varım" demek kibirin dik alasıymış. Ve "Ben Tanrı'yım" demek öylesine büyük bir gönül alçaklığıymış ki, halk bunu anlamazmış.

    Şimdi Mevlana'nın doğal olarak savunuculuğunu yaptığı, "Ben Tanrı'yım" nanesini müslümanlara ilk yutturan Hallac-ı Mansur'a bakalım bir de. Elimde Hallac-ı Mansur'un günümüze ulaşan tek kitabı olan "Tavasin" var, bu kitaptan bazı alıntılar yapcam şimdi. Hallac efendi şöyle diyorlar:

    "Kalp gözüyle gördüm Rabbimi,
    Sordum 'Kimsin sen?' diye,
    'Sensin' dedi"
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      0
      Kanka edip yüksele ne diyorsun o da vahiy aldığını söylüyor
      ···
      1. 1.
        0
        mevlana dahil hepsi huuur çocu
        ···
      2. 2.
        0
        gibkodan çaldın mk linkini attırma bana şimdiy
        ···
   tümünü göster