/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 1.
    +1
    Ayağım hâlâ acıyordu. Topallayarak iş yerime gittim. Kimse şaşırmadı. Biliyorlardı çünkü ne taklar yediğimi. Akşam 16-17'de baslayan mesaiye bile geç kalan bir adamdım çünkü... o gece bir arkadaşımda kaldım. Gitmek istemiyordum o eve çünkü. Sonraki günlerde de öyle yaptım. Arkadaşlarımda kaldım. Bir gün evden kıyafetlerimi yıkatmak için almaya gittiğimde elimde valiz ile ev sahibimin kızıyla karşılaştım merdivenlerde. Elbiselerimi yıkatmak için almaya geldiğimi söyledim ve gittim... Kapının önünden taksiye bindigimde ev sahibim beni arıyordu. Açmadım. Açamadım. Utanıyordum çünkü. Büyüktü bu ağırlığı mahçubiyetimin. iş yerime girdikten saniyeler sonra ev sahibim ve eşi dükkanın önünde belirdiler. Nefes nefeseydiler. Kaçıyorum sanmışlar. Öyle söyledi açık sözlü ev sahibim. Bağımlı ve huur çocukluğu kavramlarını birbirine karıştırmışlardı.

    Bir süre geçtikten sonra çok sevdiğim insanlar artık bana evinin kapılarını acamayacaklarını yüzüme karşı söyleyemediğini belirten bir sms ile anlatıyordu. Çünkü ben hâlâ maddeyi bırakmamıştım. Sağlı sollu geliyordu hayat. Uh, cok sıkı! iyice çaresizliğin dibinde yaşadığım an iş yerinden, çok sevdigim bir arkadaşım bana evinin açık olduğunu söylüyordu. Ağlamak istiyordum ama Eda hep neşeli bir arkadaşımdı. Canım kardeşim benim. Bu sefer kararlıydım ama... Gerçekten içmeyecektim çünkü Eda'nın da denetimli serbestliği vardı. Onun da kanını bitlendiremezdim. Bu çok zor olacaktı benim için ama yapabilirdim. Bir gece iş çıkışı eve gidip bana lazım olan bütün eşyalarımı topladım. Bahadır abinin arabasıyla Eda'nin evine taşıdım. Ertesi gün iş yerinde Bahadır abiyle konuşmam gerekiyordu. Bana her zaman "o taku içme sana burda içki serbest." Bunun konuşmasını yapmak gerekiyordu. Artık bonzai falan içmeyeceğimi, uyku problemimi aşmak için bir süre içki içmem gerektiğini söyledim. Tamam dedi. Belki buna zaman zaman pişman oldu. Çünkü her gün 5-6 Casablanca bardak Bacardi - kola, 10-15 tane de fındık shot. Öyle bir hale geliyordum ki patronun makarasına sorduğu "Ne kadar içtin lan" sorusuna ancak "co ijmedim abi" diye cevap verebiliyordum. Uyuyordum ama geceleri. Önemli olan buydu. Geceleri uyumak. Her ne kadar her gün sabah 8'de gözlerimi açsam da. O kadar yoğun madde kullanımından sonra pat diye kesince, normaldi bunlar. Yeni bir sayfa açamazdım ama kenarlarındaki kırışıklıkları düzeltmeye çalışıyordum işte. Bir kenarından hayata tutunuyorumculuk. Ev sahibim her gün beni evde kalan eşyalarını al diye bunaltırken maddenin yoksunluğunu hissediyordum. Neşeli olmaya çalışsam da, ekgiblik vardı içimde.

    Bu şekilde yaşamaya devam ettim. Eda, sağ olsun hiçbir zaman evinde bana misafir gibi hissettirmedi. Sonra bir gün birkaç günlüğüne istanbul'a gittim. Hava değişikliği olsun diye. Harika bir kaç gün geçirdim. O birkaç günde birkaç proje geldi aklıma. Bunları kesinlikle yapmalıydım. Ama önce önümdeki engelleri kaldırmak gerekiyordu. Bunların ilki elimdeki projeydi yani roman. Sizin bildiğiniz adıyla Mesihler Yalnızca Kutsal Masallarda Olur. Bunu tamamlayıp askere gitmeli ve geri dönerek projelerimi gerçekleştirmeliydim. Eskişehir'e geri dönüp tekrar istanbul'a yerleşmek için hazırlık yaptım. Ve döndüm. Sağ olsun Özlem, evini açtı bana. Veresiye oda kiraladı. Yaşadım orada. Romanımı bitirene kadar bir maddi katkım olmadan Özlem'e. idare etti beni. O olmasaydı çok zor olacaktı her şey. Romanın bitmesine yakın bazı taktan durumlar oldu. Yine rotayı saptıracak kadar taktan. Planlar yine değişmiş romanı bitirip askere gelmek ve geri dönmemek üzerine çizilmişti yeni yol. Bu konudan daha önce burada başka bir yazıda bahsettim. Askere intihar etmek için geliyordum. Hayatımda ilk kez babama sarıldım. Otogarda. Otobüse binmeden hemen önce. Çok ağlayarak. Anneme. Kardeşime. Babama ve ablama. Onlar bu gözyaşlarının askere gitmeme bağlı bir duygusallık olarak sınıflandırıyordu ama bu gözyaşlarının gerçek sınıfı son Veda idi bir daha hiçbirini göremeyecek olmanın bedeli falan.

    Askere geldim. Vazgeçtim bu fikirden. Yine. Yine bozuk bir asansörü Oscarlık bir performansla canlandırıyordu hayatım. Ölmeyi gereksiz buldum. Sarılmam ve cok sevmem gereken bir kadın vardı çünkü. Bari bu kez hainlik etmeyeyim dedim kendime. Vazgeçtim ölmekten ve vazgeçtiğim gün gün saymaya başladım. Şimdi ise ocak ayının 19'uncu gününde sivil hayatıma dönüyorum. Geldim ve gidiyorum. Bir kadını sevmek için. Bir dünya inşa etmek için kendime. Ve projelerimi gerçekleştirmek için. Bilmiyorum iyi mi kötü mü ama bu kez hepsinden fazla bir inanmışlık var ceplerinde, büyük bir umut var ve hepsini yapacak kadar güçlü hissediyorum kendimi...

    Hem yaşlı bir kızılderili ne kadar yanılabilir ki?

    Hayatımı toparlamak amaçlı 14 aralık 2013 günü sabah 7'de otogarına indiğim fakat daha taka batırarak 18 ekim 2014 günü geri Kadıköye döndüğüm, bunun yanında mükemmel insanlar tanıdığım Eskişehir'e yerleşeli tam 1 yıl 36 gün olmuş bugün. Zaman zaman beni dehşete düşüren anıların sahibi bir şehir olsa da, sabaha karşı bir kapak bonz alıp camın kenarındaki yatağıma oturup yazının başındaki fotoğrafta gördüğünüz manzarayı o kafayla izlerken arka fonda Scott Matthews'den Piano Song, Ballerina Lake dinlemeyi, Salvi Stone'dan This Will make you love again çalarken kedim Şans'a zorla konser verdiğimi, Manolis Lidakis'den Astro Kryfo çalarken gözlerimi kapatıp Yunanistan'da bir sahilde Sem'i öptüğüme dair yaşadığım tripleri unutamam. Tıpkı o acil serviste ıslak donumu elimle yoklayıp parmağımı koklayarak altıma işemediğimden emin olmamı unutmayacağım gibi, tıpkı maddenin yoksunluğuyla boğuşurken bir arkadaşımın evinde gece sabaha karşı aldığım "moruk kusura bakma artık bizde kalamazsın seni hayatımızda istemiyoruz" mesajını aldığımda çaresizlikten yorganı ısırarak ağladığımı unutmayacağım gibi...

    Dipteyken daha dibe vurmanın gürültüsü. Ve bu gürültünün yarattığı sağırlığa bağlı hiçbir sesi duymama. Ölmek için saçma sapan maddeler. Bir kedi ile paylaşılan, pis, tozlu, her şeyin her yerde olduğu bir ev ve inanılmaz bir soyutlanma. Bunlar olumsuz taraflarıydı eskişehirin. O şehirde neler hissettiğimi bir ben bilirim. Bazı günleri tanrı dahi bilmez. Çünkü o bazı günlerde her şeyi gören Rabbin bile görmekten tiksineceği bir haldeydim. Bütün bunları güzel yapan şey 1 yıl sonra ben bu adam mıyım? diye sorup kendime o adamı otogarda bırakarak öğrenmiş bir adam olarak dönmek kentime. O şehir bana gerçekten çok şey öğretti. Meryem abla gibi bir rehber, Habibe, Eda, Selim, Ahmet gibi arkadaşlar. Ve insanların değişim konusunda sınırının olmadığını. Bunlar gibi bir sürü güzel ve çirkin şey.

    Teşekkürler o şehir ve o şehiri o şehir yapan insanlar...

    Batuhan Dedde.

    Not: Telefondan bu yazıyı yazayım diye parmak kanseri oldum aq.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster