En sevdiğim yalnızlık tanımlarından birisi şudur:
"Yalnızlık, insanın çevresinde insan olmaması demek değildir. Insan kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramadığı ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğu zaman kendisini yalnız hisseder." (bkz:
Carl Gustav Jung)
Buna göre, yalnızlığı kapsamlı bir 'derdini kimseye anlatamama durumu' olduğunu öne sürsem pek de yanlış olmaz herhalde. Hani bir espri bulursunuz da o an için söyleyecek hiçbir kişiyi bulamazsınız ya, Carl amcaya göre yalnızlık, bu durumun birkaç yüz kat ağırından ibarettir -üç aşağı beş yukarı-
Zaten bu yüzden kimimiz 'sevgilimizin', kimimiz 'ana babamızın', kimimiz 'kardeşten öte arkadaşımızın' yokluğundan ötürü yalnızlık yaşarız. Çünkü her biri ile farklı ilişkiler kurup farklı şeyler paylaşırız, ve onlar -çoğu zamanki gibi- gittiğinde farklı ekgiblikler hissederiz. Farklı ekgiblikler hissederiz, ancak hissettiklerimizin dozajı ve türü farklı olsa bile, özünde hissettiğimiz şey aynıdır.
(Bu açıdan bakarsak; aşk acısı yalnızlığın kısmen içinde, kısmen de dışındadır.)
He bir de,
Eğer insanlarla paylaşacak bir şeyiniz kalmamışsa, onların her birinin çıkarcı ve ikiyüzlü olduğuna kanaat getirmişseniz; onların yokluğunu -kötü anlamda- hissetmeyeceğiniz için bu "tek başınalık" duygusu sizi yalnızlığa itmeyebilir, aksine keyif bile verebilir.