+1
Soğuk güneş ışığında kayıveren toz taneciklerindeki özgürlük kadar yaşamak
Unutmak bütün günleri ve yarınlara karışmak. Her an mahvolabileceğini nasıl düşünemez insan ve bu hayal kırıklığı, tatlı çürük bir çileğin turuncu gözleri kadar hüzünlü. Yaşama bakıyorum, yaşamaya, olduğum anın içinde hep geçmişe övgü dolu bir şiir. Mısralarımda onlarca anının umursamazlığına rağmen akıveren bir nehir.
Zaman bizi zamansızlığımıza sıkıştıran koyu renkli bir zehir değil midir damarlarımızda?
Koyu kırmızı sıvının sıcaklığına işleyip bağları parçalayan.
Ve korku;
Korku değil midir seni kendine saplayan?
Klişeleşmiş her öykü ya soğuk bir kış akşamı başlar ya da bir sonbahar da ben de böyle bir öykünün içinde kapana kısılmış deney faresi gibi korkuyorum, korkuyorum, korkuyorum ve korkudur beni senden alıkoyan. Evet, şu an lanet bir kış akşamı, hava hayli soğuk ve ben solgun bir menekşenin ıslak mor rengine bürünen gözlerimi inceliyorum. Kenarları dudaklarım gibi çatlamış kirli aynamda. Sürprizler küçük öpücükler gibidir ama bir yumruk kadar sert ve ani olmaları onların acı vermeyeceği anldıbına gelmez. Küçük öpücükleri severdim, yanaklarım kahverengi bir tarla adeta ve hep başka birinin dudaklarından doğan güneş gibi besler tenimi. Bu belki uyuşuk talihsizliğimin ironik bir hediyesi fakat karanlıkta daha güzel olduğumu söylememiş miydim? Sanki şakaklarımda bu böceklerin gıdıklayan yürüyüşleri var ve bazı insanların varlıkları ancak bu böcekler kadar. Titreyen ellerimi alnıma zütürdüm onları beynimden söküp atmak için, ama zaten yoktular. Onlar, o böcekler, küçük ince tiksinç bacaklarıyla alnımdaki sert mermer kapının ardına kilitliydiler
O kapı; açılmazdı.
Ta ki ölüm ılık nefesiyle o sihirli sözcüğü söyleyene kadar;
- açıl, susam, açıl.
Susam açılır mı bilmem ama bir sussam açılır bütün yırtık mektuplarım biliyorum. Masallar bu nedenle kötüdür, küçükken bana büyülü bir gerçeklik sunan o fantasyanın tümden yalan olduğunu öğrendim büyüdüğümde.
Oysaki ben kırmızı başlıklı kızın hikayesine herşeyden çok inanmıştım. Bu yüzden şimdi burdaydım ve sadece bu nedenle şu an burda aynama bakıyordum.
Durgun kirli yüzeyin üzerinde dalgalanan silüetim canlanır gibi oldu sanki, ben ona bakıyordum o da bana. Onun, o hülyalı karanlık gözlerdeki düşüncelerini okuyabiliyordum sanırım, benim hakkımda düşünüyordu.
Acaba o da benden kaçıyor muydu? ikimizinde kaçınılmaz randevu yeri olan aynada karşılaştığımız an, fark etmekte güçlük çekiyordum.
Acaba buğulu yansımasına bakan acınası gerçek ben miydim yoksa kendini gerçek sanan o kıskanç yansımanın ta kendisi mi?
Dünya’m dediğim yer bir aynanın içine hapsedilmiş evren olamazdı değil mi?
Aynadaki gölgenin gülümsediğini hissettim, ama ben o an yanaklarımı kıpırdattığımı dahi anımsayamıyorum. Dudakları kıpırdıyordu tıpkı masallardaki o ayna gibi, sesini duyabilirdim eğer biraz daha yaklaşsaydım.
O asidik fısıltısını hissedebilirdim kulaklarımda şunları sayıklayan:
"insan ayna karşısında böyle mi konuşur"
Hızla kapımın açılmasıyla kendime gelir gibi oldum ki ani bir tokat sesi duydum. hayatın hep kırmızı sürprizler hazırladığını sanırdım. Niliyorum sürprizlerin rengi olmazdı ama emindim ki suratımı okşayan bu yakıcı hissin rengi kırmızıydı.
Gözlerimi kapadım, ve kendimin bir yansıma olmasını gerçekten istedim. Böylelikle her şey daha kolay olacaktı, simetrik ve kırmızı bir hayatın içinde yaşayıp gidecek ve asla var olmadığım için kendimle gurur duyacaktım.
Bu büyük bir lütuf, kocaman bir şerefti.
Bir yansıma olmayı gerçekten istedim;
Ama değildim.