-1
konuşma, değerlerini biçimsel yumuşaklıktan alan bilime karşı gizli gizli meydan okuyan ve sistematik olmayan bir olaydır ve dil süreçleri ve dil becerilerinin gelişimi için kullanılan nihai araçtır. genel olarak sosyal bir ihtiyaç olmakla beraber söz konusu ortamlar ve durumlar farklı ise bu gereksinim, pgibolojik hatta fizyolojik bir ihtiyaç olarak bile görülebilir.
istenmeyen davranışlar listesinin en önemlilerinden olan ‘öğrencilerin derste konuşması’ öğretmen, öğrenci, ders konusu ve sınıf ortamı öğelerinin oluşturduğu kaynak-mesaj-kanal-alıcı dan kaynaklanan çeşitli sebeplere dayanmaktadır. bu elemanların her biri ayrı ayrı sebep olarak değerlendirilse de aslında birbirini etkileyen domino taşları niteliğindedir. bu durum hem bir gözlemcinin hem de içinde yaşayan kişinin kombine görüşüdür. ancak konumuzu ‘4 boyutlu’ olarak ( hoca, ilgili öğrenciler, sınıf ortamı ve ders ) sınırlayıp daha somut hale getirdiğimizde düşüncelerin subjektifliğe doğru kayma göstermesi kaçınılmaz olacaktır.
sağlıklı bir iletişim süreci, kaynağın inanırlık (saygınlık – güvenirlik) ve sevilirlik (sevilme düzeyi-popülarite) düzeyiyle doğru orantılıdır. öğrenciler için öğretmenin inanırlık düzeyinde iletişimi engelleyici bir faktör olmadığı cinsiyetler arası fark gözetmezken sevilme düzeyi için aynı yorumu yapmak pek de olası değildir. bu faktör kız öğrencilerde tüm ders sürecinde öğretmenin dış görüşünden başlayarak çeşitli vasıfları hakkında –anında- yorum yapma ( gülüşü çok güzel, sakalları yakışmamış, burnu çok estetik duruyor?..vs ) eğilimini göstertirken, erkek öğrencilerde hayranlık bazen de tersi düşüncelerden ötürü konuşma gereksinimini hissettirmektedir.
ses, bir rolü seslendirmiyorsa eğer karalama gibidir. öğretmenin ideal olarak sadece ilk iki sıraya, idare eder derecede 3., zorlamayla 4. sıraya hitap eden arka sıraları yok sayan ses tonu ve göz teması arka sırada oturan öğrencinin öğretmeni net bir şekilde algıla-ya-madığından ilgisini farklı yönlere kaydırmasına sebep olmaktadır ( burada öğretmenin arka sırada oturan öğrencilerin, derse ilgisi olmayanlar olduğunu düşündüğü varsayılmaktadır). ingiltere’de yapılan bir araştırmaya göre öğretmenin ses tonu öğrencilerde hipnotik uykuya sebebiyet vermekte ve öğrenci bunu ‘çok uykum var, göz kapaklarımı tutamıyorum, gözlerim açık rüya görüyorum resmen…’ gibi ifadelerle dile getirmektedir
iletişimin %55’ini oluşturan öğretmenin beden diliyle ilgili (ders boyunca genelde sadece masada, omuzları hafif çökük, eli genelde çenesinde oturması, yazı yazmak için kalktığında bile masaya iki adım uzaklıktaki tahtayı sağ tarafından kullanmaya başlaması…) izlenimler öğrencide kısmen motivasyon ekgibliği oluşturmakta, direkt olmasa da dolaylı olarak öğrenciyi kendi arasında ders dışı konuşmaya itmektedir. ancak öğretmenin dersi cezp edici bir şekilde anlatması, espri yapma ve fıkra anlatma konusundaki ustalığı ve öğrencilere basit gibi gözüken ancak hiç kolay olmayan sorular sorması, sıra dışı algılanan görüşleri ve geribildirimleri bu kez öğrenciye dersle ilgili yorumlar yaptırtmaktadır; zira öğretmen tarafından tek yönlü iletişim modunda işlenen dersler hedef kitle düşük zekâ ve eğitim düzeyine sahip olmadığından, kişi konuşma gereksinimi karşılamak durumundadır.
adler’e göre güdülerin altında ihtiyaç enerjisi vardır, öğrenci açısından ‘derste konuşma’ hem pgibolojik hem de sosyal bir ihtiyaç gibi algılanmaktadır. çünkü hem gelişimsel bağlamda (genç yetişkinlik- yakınlık kurma gereksinimi) hem bilişsel olarak düşündüğümüzde öğrencilerin pgibopatolojisi bu güdülenmeye müsaittir. kimi öğrenciler dersteyken fikirlerini herkesin duymasından ziyade muhtemelen yakın arkadaşı olan yanındaki kişiyle konuşmakta, çünkü fikirlerinin diğerleriyle ters düşeceğini, yanlış bir şey söyleyeceğini yahut derse aktif olarak katılmaya gerek olmadığını düşünmektedir.
daha da teferruata indirgersek; önceki dersin etkilerini bir sonraki derse aktarmak çok da zor değildir. geri kalan öğrencilerin ise kimilerinin uykudan isteksizce yeni kalkmış olması, dersi sıkıcı bulma olasılığını artırmaktadır. ‘ toplam kalite bağlamında sınıf içinde iletişim yollarına etki eden faktörler’ adlı tez araştırmasında öğrenciler derste sıkıntının arttığını ve –konuşarak- bu sıkıntıdan kurtulduklarını belirtmişlerdir. çıkarsayabiliriz ki, ön sırada oturan öğrenciler genelde derse olan ilgisinden arkadakiler ise kısmen ilgisizlikten ötürü konuşmaktadır. c. jung’ın tanımladığı dışa dönük bireyler konuşma ihtiyacını her koşulda karşılama eğiliminde oldukları için aynı davranışlarını ders esnasında da sürdürürler. kimi zamanlarda ise öğrenci ‘ikaz’a maruz kalmadığı için davranışının diğerlerinde rahatsızlık uyandırdığı durumunun ayırtında değildir ( burada öğretmenin ikaz etmemesinin üç sebebe dayandığı düşünülmektedir: birincisi uğultudan rahatsızlık duymamaktadır. ikincisi yaş ortalaması 22 olan kişilere ‘susun’ şeklinde uyarı yapmayı onlara yakıştıramamaktadır. üçüncüsü kimseyi ikaz etme zorunluluğu yoktur ).
varoluşçu yaklaşıma göre ‘hürriyet’ insanın en temel gereksinimidir ve dersteyken ‘konuşmama zorunluluğu’ öğrencide -hürriyetin engelleyicisi- niteliğini gösterip, otoriteye baş kaldırma isteğini uyandırır. engellenmişlik durumları bireyde yasak olanı daha fazla yapma gereksinimi hissettirir. pgibanalitik olarak bu durum, süperegonun bastırılıp id in ön plana çıkartılmasını andırır. öğrenci, öğretmene yönelik simgesel davranma gereğini, konuşarak göstermektedir.
freud’ a göre konuşmak, insanın zihinsel bozuklukları için sağaltıcı bir etkidir. kaldı ki söz konuşu özellikle ‘aşk’ sa, aile, ekonomik durum, din veya siyaset ise öğrencilerin dil engeline takılmadan iletişimi ‘ses’e indirgeyebileceği en kompleks yapı sınıftır.
“insan solucanlardan ve yumuşakçalardan farklı olarak kendilerini tanımlayabilmeleri ve bilinçlenmeleri için birbirine gereksinim duymaları insanın ‘sosyal bir yaratık’ olduğu anldıbına gelir, etrafımızda bizim nereden bitip, başkalarının nereden başladığını gösterecek birileri olmadığı sürece kendi benliğimizi tümüyle kavrayamayız” der ünlü bir yazar, h. s.sullivan’ı desteklercesine. ders konusu itibariyle öğrenci için cazip ise asıl abes olan susmaktır. tersten baktığımızda ise dersin konusu ‘defalarca ısıtılıp önüne koyulan bir çorba’ özelliği gösterdiği zaman bu durum öğrenci için derste konuşma sebebi teşkil eder. (birbiriyle çelişiyor gibi gözüken ancak çelişmeyen iki ifadeden bahsettiğim sanırım şüphesizdir.)
insanların dışsal mekanizmalardan kurtulması, verimli bir iletişim sürecinin ön koşullarındandır. burada söz konusu, herhangi bir üniversitedeki herhangi bir sınıf ise dışsal mekanizmalar öğrenciyle neredeyse bütünleşmiştir. üniversiteye gelmeden önce öğrencilerin %80inden fazlasının hayalini kurduğu amerikan filmlerindeki üniversite amfilerine benzer yerlerde ders göreceği hayallerinin, söz gelimi 3cmlik yalancı merdivenleri, iletişime, entelektüelliğe, ve sükunete teşvik ettirtmesi beklenen ancak isteksizlik, gevşeklik gibi duygular uyandıran mavi rengi, yapı mütayidinin fazla para almak için büyük kirişlerin arasına koyduğu 30un üstündeki işlevsiz aydınlanma aygıtları, eskimiş sıraları ve nazar boncuğu görevi gören alkışlanmaya değer tek teknoloji ürünü projeksiyon aleti ile hayallerin sadece %20’sini karşılayan bir yapıda olması öğrenciler için dolaylı bir konuşma sebebidir.
davranışların ‘neden’lerini araştırmaya hayatını adamış, bu uğurda her şeyi tehlikeye atmayı göze alacak kadar cesur olan pgibanalitik kuramın öncüsü sigmund freud, puronun apaçık bir erkeklik organı simgesi olmasına rağmen, bu alışkanlığına dönük sorulan sorulara “bazen puro yalnızca bir purodur” diyerek yanıt vermiştir. bu yüzden öğrencilerin derste konuşma sebebi, bazen ‘yalnızca konuşmaktır’. zira bazı şeyler duyulsun diye değil, o an –konuşmak- önemli olduğu için söylenir.
montesquie gibi düşündüğümüzde öğrenciler, az düşündükleri için konuşuyordur.
eflatun gibi düşündüğümüzde ise öğrenciler aklını kullanma sanatının bir gereği olarak konuşuyor olabilir.