1. 1.
    +1
    yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim. yalnızca anahtar
    deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri. yalnızlık
    hiç de tanrısal değil, görkemli değil. o yalnızca geçmişle
    gelecek, ölümle yaşam arasında kocaman bir karanlık nokta.
    geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam arasında irinli bir
    leke yalnızlık denilen. şimdi ne varsa, anahtar deliğinden sızan
    havayla ışıkta... (farkına varsalar, kapatırlar mıydı onu da?)
    bütün belleğimdekileri yokettim. elektrikli bir aygıyla yaktım,
    jiletle kazıdım. çığlıkların aralığından uçurdum hepsini, kül
    edip savurdum.

    adımdan gayrısını bilmiyorum.

    zamanı yiyip bitirdi karanlık. gece yoktu. güneş çoktan
    kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkla örtülmüştü.
    yabanıl sesler geliyordu derinlerden ve karanlığı ince bir bıçak gibi
    yırtıyordu. saklayan kırbaç gibi... acı duvarını aşan bu
    sesler, madeni bir gürültüye dönüyor ve yerkabuğunu
    zorluyordu artık. sesim yoktu. karanlığın karnında yitirdim
    sesimi. kör bir kuyuda unutulan yusuf'tum belki. ama
    durmadan soruyorlardı. tanrılar bilmiyordu sordukları şeyleri,
    peygamberler büsbütün hain çıkmıştı. ama yine de soruyorlar,
    oruyorlar, soruyorlar...

    adımdan gayrısını bilmiyorum.

    iki şeyi bilmek istiyorum. (belki aynı şeyi iki kere bilmek
    istiyordum.) duvarların rengi neydi? derimin rengi neydi?
    dokunuyorum duvarlara; parmak uçlarımla, avuçlarımla,
    dilimle dokunuyorum. duvarların bir rengi olmalı. ama hiçbir
    duvarcının, hiçbir ressamın bu rengi bildiğini sanmam. adı
    yoktu bu rengin, kimyası yoktu. belki renksizliğin rengiydi bu.
    çürüyen bir bedenin kokusuydu duvarların rengi...

    adımdan gayrısını bilmiyorum.

    bir böcek gibi antenlerimi gezdiriyorum bedenimde. anahtar
    deliğinden sızan ölü ışıkta ellerime bakıyorum. ellerim... sanki
    bir kadının memelerini hiç okşamamış, sicaklığını duymamış.
    ellerim... her dizesi çığlık olan şiirleri hiç yaratmamış sanki. ne
    beyaz tenliyim artık, ne esmer, ne de kara... cüzzamlının,
    vebalının bir rengi vardır. irinin bir rengi... ölünün bile bir
    rengi vardır ama derimin rengi yoktu. belki çürüyen bir kentin
    rengiydi bu. çürüyen bir dünyanın...

    adımdan gayrısını bilmiyorum.

    kıllı, ayakları üzerinde duramayan bir yaratıktım artık.
    soyumun neye benzediğini unuttum. "insana benziyorlardi"
    diye duymuştum bir vakitler. demek ki şimdi maymun
    halkasında insanlık...

    adımdan gayrısını bilmiyorum.

    ağzımı anahtar deliğine dayayıp havayı emiyorum. böcek
    sokması gibi bir yanma duyuyorum boğazımda. oysa kuru bir
    yaprağı bile dalından düşürecek gibi değil bu esinti. belki
    çöle dönmüş toprağa tek yağmur damlasının düşüşü yalnızca.
    çamur gibi bir yağmur damlası... ama toprak, bu damlayla
    çatlatacak bağrındaki tohumu. çöl, bütün vahalarını bu
    damlayla yeşertecek... genzim yanıyor. ince bir kan şeridi
    sızıyor dudaklarımdan. kirli, sıcak ve simsiyah...

    adımdan gayrısını bilmiyorum.

    suyum, bir litrelik karton süt kutusu içinde. yetmiş iki gündür
    sakındığım ve hergün ancak bir kere dudaklarımı
    değdirdiğim... dilimi bir köpek gibi değdirdiğim. (dilin suya
    dokunuşu... bir süngerin denizi yutuşu yani. bir çölün seraba
    kesilmesi bir an için.) her gün ancak bir kere değdiriyorum
    dudaklarımı suya. dilimi kaçırıyorum artık. sünger, bütün
    vantuzlarını birden uzatmasın diye... bataklıktaki suyun da bir
    su yanı vardır. çürüyen bir bedenin bile dayanılabilir
    kokusuna. kutuda kalan son bir yudum su, bu bile değildi
    artık. küstü, öldürdü kendini su...
    su çürüdü...

    adımdan gayrısını bilmiyorum…

    ccc telli reis ccc
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster