+1
Sokağın ortasında oturmuş yine “Clash of Clans” oynamaya başlamıştım. Şarjım yüzde dokuz kaldığında bir otuz beş dakikanın daha geçtiğini oyundan, telefonumun masaüstüne geri çıktığımda anladım. Bir saattir sokakta öylece bekliyordum, gelen giden birkaç araba haricinde dikkatimi çeken hiç birşey olmamıştı. Umudumu yitirmiş ve oturduğum kaldırımdan soğuk çekmeye başlamış olacağım ki burnum akmaya başladı. Üşümemek için ayağı kalkıp sırtımı bahçe duvarına ve üstündeki siyah parmaklıklara yasladım. Cep telefonumun şarjının bitmemesi için kapattım. On dakika olmuş veya olmamıştı ki ilerideki villanın otomatik bahçe kapısının açılma sesini ve sarı renkteki yanıp sönen uyarı lambasının ışığını fark ettim.
Sesin geldiği eve doğru yavaşça yürümeye başladım, bu ev mahalledeki çoğu evin aksine tripleks dedikleri villalardan biriydi. Tripleks villanın önüne geldiğimde şoför “Chrysler 300c” model siyah arayı çoktan çalıştırmış bahçenin otopark kapısını açmıştı. Ben otopark kapısının açıldığı evin karşısındaki bahçe duvarına yaslanmıştım fakat yaslandığım bu duvar az öncekine göre daha kısa olduğundan duvarın üstündeki beyaz demir parmaklıkların çıkıntıları sırtımı acıtıyordu. Beklemek için tercih etmeyeceğiniz bu yerde; elimde biraz evvel kapattığım cep telefonumla acelem varmışçasına mesajlaşıyor ve bu sebeple bekliyormuş havası yaratmaya çalışıyordum.
Çelik kapının arkasında iki adam belirdi ikisi de orta boylu ve şişmandı. Sağda duranın top sakalı olduğu fark edebiliyordum. Solda duran, boğazlı sarı basic bir kazak ve altına açık kahverengi keten pantolon giymiş, top sakallı olanda ise beyaz gömlek üzerine düz kırmızı kravatın takılı olduğu siyah bir takım vardı. Karşılıklı gülüşüyorlardı. Konuşma sesleri ve kahkahaları araba motorunun çıkardığı gürültüye rağmen bana kadar ulaşıyordu. Keyiflerinin yerinde olduğu birbirlerine yaptıkları el şakalarından belliydi. Arkalarından uzun boylu, güzelce traş olmuş, siyah takım elbisesinde sadece gömleğinin beyaz olduğu, siması bana çok tanıdık gelen bir adam çıkıverdi. Bu adamı nereden tanıdığımı bulmak için hafızamı yoklamaya başladım. Daha fazla ayrıntı görebilmek için gözlerimi kısarak adamın yüzüne bakmaya devam ettim. Bu üç adam, evin mermer merdivenlerinden inerken ben sadece onları izliyor, kafamda ise en arkada yürüyen adamı nerede gördüğümü hatırlamak için hafızamı yormaya devam ediyordum. Tam olarak kapanmamış olan evin çelik kapısı tekrar açıldı. Tuğçe’ye çok benzeyen lacivert renkte pileli eteği üzerinde beyaz düz bir gömlek giymiş olan kız merdivenlerden hızlı adımlarla inmeye başladı. Bütün dikkatimi bu kıza çevirdiğimde onun gerçekten de Tuğçe olduğunun farkına vardım.
“Aman Allah’ım işte karşımda.” “Yanına gitmeliyim ama hiç de korkuyor gibi gözükmüyor.” içimden geçen bu cümlelere rağmen tek bir hareket dahi yapmadan izlemeye devam ettim. Tuğçe en arkada yürüyen uzun boylu adama yaklaşarak anlayamadığım bir şeyler söyledi. Adamın gür ve ciddi bir tonla “Çok acelesi yok" dediğini duyduğumda hafızamda iki dakikadır yapmaya çalıştığım kimlik eşleştirme işlemi sonuç verdi. Bu sesi geçen hafta olan dönem açılış konuşmasında duymuştum. “Bizim mühendislik fakültesinin dekanı” “Evet o!” Neydi ismi?” “Mustafa mı?” “Yok, yok” “Muzaffer mi?” “Hah Mutluer” “Mutluer Şen” “Şen mi?” on saniye içerisinde isminin ve soyisminin ne olduğunu karar verdiğimde önden yürüyen iki adam gruptan daha da ayrılmış ve arabanın arkasındaki kahverengi taşlarla kaplanmış büyük garaja doğru yönelmişlerdi. Mutluer ve Tuğçe’nin yüz benzerliklerini, soyisimlerinin aynı olduğunu anladığım andan itibaren daha da fark eder olmuştum. “Yok artık ya?” “Tuğçe bizim dekanın kızımı?” hala olanlara inanmakta güçlük çekerken Mutluer arabanın sağ arka kapısına doğru yöneldi. Sol arka kapıyı, şoför Tuğçe’nin binmesi için biraz önce açmıştı. Aralarındaki mesafe arttığı için konuşmaları kısa süreliğine son buldu ve Tuğçe etrafına bakındığında sokağın karşı tarafında buz kesmiş halde ayakta bekleyen beni fark etti. Yüzündeki ekşimeyi ve şaşkınlığı fark etmemek bu mesafeden bile olanaksızdı fakat o bir saniye duraksamadan arabaya bindi. Şoför, Tuğçe arabaya bindiğinde kapıyı kapattı ve iliklediği ceketinin, ön düğmesini açarak şoför kapısına doğru yöneldi.
Garajın içerisinden olsa gerek başka bir arabanın marş sesi duyuldu. Bir yirmi saniye civarı bekledikten sonra “Chrysler” hareket etti. Araba kapıdan sağa doğru döndüğünde Tuğçe’nin oturduğu arabanın sol kısmı benim yanımdan geçecek şekilde ilerdi. Tuğçe’nin beni görmemesi imkânsız olmasına rağmen arabadaki siyah cam filmlerinden dolayı ben onu görememiştim. Araba garajla aramdaki görüş alanını terk ettikten sonra arkadan gelen kırmızı “Volvo S60” model aracı ancak görebildim. Volvo’da diğer araba gibi sağa döndü ve villanın araçlar çıksın diye yapılmış otomatik bahçe kapısı olarak kapanmaya başladı.
Tümünü Göster