0
Gıcırdaya gıcırdaya merdivenlerden aşağıya doğru inmeye başlamıştık. Düşme pahasına dahi olsa ellerimi bırakmıyordu. “Ne kadarda değerli biri olmalıyım onun için.” Club müziğinin sesi gittikçe boğuklaşarak azalmaya başladı. Kulağımdaki çınlama ise gittikçe artıyordu. Salonun arkasındaki bistro masanın üzerinde asılı duran hoparlör bu akşam kulaklarıma biraz fazla acımasız davranmış olmalıydı.
Kapının önüne çıktık aynı dört-beş kişi sigara içmeye devam ediyorlardı. Karanlıkta yüzlerini seçemiyordum. “ Belki de aynı kişiler değildir.” Kapının önüne geldiğimizde; Tuğçe’ye nereye gideceğimizi sordum. “Çok kalabalık bir yer istemiyorum. Konuşacaklarım özel” dedi. Alsancak’a çok sık çıkan bir tip olmasam da clublardan çıktığımda karnımı doyurduğum alalade bir kokoreççi vardı. ileride yürüme mesafesinde…
içeriye girdiğinizde, lavabonun sağından merdivenleri çıktığınızda kendinizi hiç güvende hissetmediğiniz bir asma kata ulaşırdınız. Küçük ve ikea masalarıyla son derece eğreti duran eski ahşap iskembeleri ve masa üzerinde turşu biberlerin bulunduğu, plastik kaşığının sürekli içinde durduğu, kapağının yukarı doğru sürüklenerek açıldığı kırmızı kapaklı turşu kavanozlarını vardı. Markasını daha önce hiç görmediğim ayranı da yanında hediye veriyordu. Asma kat o saatler de boş olurdu. Ben oraya gittiğimde küçük penceresinden insanların koşuşturmacalarını izlerdim. Şimdi ise Tuğçe’yle konuşmak için çok sofistike bir yer gibi geliyordu.
+Öyle bir yer biliyorum ama biraz yürümemiz gerek.
-Olur problem değil sakin bir yer değil mi?
Neden bu kadar sakin bir yer arıyordu ki? En fazla satanist olduğunu söyleyecekti. Yani en kötüsü bu olabilirdi.
+Evet! Alsancak için fazlasıyla sakin. Hem karnım acıktı karnımı doyurabilirim.
-Hadi o zaman yürüyelim.