1. 26.
    0
    zamanında bir panpam güzel bir hkaye yazmıştı, paylaşıyorum

    “o herifi bana bırakacaktın, ağzını yüzünü temiz bi’ dağıtacaktım. bildiğin dayak istiyordu amcık. niye tuttun ki?”

    “tamam işte oldu bitti. yatıp uyumana bak sen. bir yüzük için girdiğin çabaya bak dıbına koyiyim.”

    bara giderken yerde bir yüzük bulmuştu, hani şu yüzüklerin efendisinde ki yüzüğe benzeyenlerden. bayağı sevinmişti hatta. ama işler bara gelince karıştı biraz. bir adam gorci’nin elindeki yüzüğe bakmış, bir fiyat söyleyip gorci’den almak istemiş.

    gorci ona yüzüğü verince herifte parayı ödemeden tüymeye çalışmış. tabi ki pek iyi huylu arkadaşım gorci’de bütün barda patlak veren bir kavganın tohumlarını ekmiş oldu. sonra gorci’nin yumruk attığı adam gelip benim burnumu kırmıştı. bende her zaman olduğu gibi gorci’yi oradan uzaklaştırmış, koca cüssesini omuzlayıp eve getirmiştim.

    aslında gorci şiddete ve olay çıkarmaya meyilli bir insan değil. tabi yerseniz. kendisi öyle diyor. yani tam olarak şöyle diyor:
    “ben olay çıkarmaya meyilli değilim, olaylar beni bulmaya meyilli”

    bilinci olmayan nesnelerin hareketleri. bilinci olmayan derken, kalemden kâğıttan bahsetmiyorum tabi ki. barlarda oturup olay çıkarmayı seven koca zütlü oğlanlarla, yanlarında gezdirdikleri sürtüklerden bahsediyorum. tahminimce kas denilen şey, beynin çalışmasını engelliyor. aynı duyguları makyaj içinde düşünüyorum. ve gorci’de gün geçtikçe o koca zütlü orangutanlara benziyor.

    bir benliğin şehit oluşu.

    ya da eriyip gitmesi de diyebilirim. daha dramatik. ama fazla kitsch. neyse ne, gorci kendini aslında sütten çıkmış ak kaşık gibi tanımlasa da, bunun chewbacca kadar gerçek olduğunu etrafında ki herkes biliyor. şiddet yanlısı huur çocuğunun teki. ama naparsın işte, kanka kankadır. buraya kankalarla ilgili birkaç anekdot düşersem eğer, sizi kendi eğlencelerine çekmekten –siz eğlenmeseniz bile- zerre çekinmeyen kancıklar olduğunu söyleyebilirim. etrafım arkadaş denen zımbırtılarla çevrilmiş. kendime ait dünyam sınırlı, sınırlı ve sınırlı. dünyanın ihalesini alıp, içini dayayıp döşemesi için başarısız bir inşaat şirketine vermiş gibi hissediyorum. tabi ki işi sıçıp batıyorlar.

    onca çalışma, başarılı notlar sonra üniversite sınavı ve iyi bir üniversite.

    uçağımız kalkışa geçmiştir. lütfen kemerlerinizi bağlayın.

    ve “bum” her şey bir binanın dinamitlerle çökertilmesi gibi bir iki saniyede toz duman arasında kalıyor.

    uçağımızın iki kanatıda koptu. siz hâlâ gibtiğimin kemerleriyle uğraşın. kontrolsüz inişe geçiyoruz.

    inanın bana, ben kaptan pilotunuz.

    ve ilk seferde bomtak ettim her şeyi. ne yazık ki, hayata ikinci kez gelmiyoruz. o yüzden bende takun içinde yaşamayı öğrendim.

    koduğumun uçağında bi’ tane bile paraşüt yok.

    örneklendirmeyi uçak üzerinden vermek belki biraz uçuk kaçabilir. anlatmak istediğimi şöyle daha iyi anlatabilirim bence:

    en şık kıyafetlerinizle yürürken, hemen önünde çamur olan taşa ayağınız takılıyor. sonrasında çıplak yaşamayı öğreniyorsunuz. en azından ben öyle yapıyorum. aslında bu durumda intiharı düşünen birçok insan var. neden onlardan biri olmadığımı sorarsanız, sanırım şu yakışıklı herifi gösteririm size. hani şu albert camus. adam bir sürü anlamadığım şey yazmış. insan anlamadığı şeylere itaat eder. sonuçta kendimi diğer amcıkların yaptığı gibi öldürmedim ve tekrar ayağa kalkmak üzere çalışmalara başladım.

    “kaynattın mı? kaç saattir bekliyorum dıbına koyim, kanka manka demiyeceğim bi gün çok güzel benzeticem seni de. yüzüğüde kavgada düşürdüm galiba, bulamıyorum.”

    “sakin ol lan, gerilme. yapıyoruz işte.”

    şu an gorci’nin kemiklerinin titreştiğini, midesinin göğüs kafesinde olduğunu, biri üflese bin parçaya ayrılacağını hissedebiliyorum. eğer acele etmezsem, kriz kapıda ve bir iki kusma seansıyla tıkanabilecek bir tuvaletim var. ayrıca acilen sıçmam lazım. yani elimi çabuk tutmaya bakıyorum.

    pamuğu koyup şırıngaya çekiyorum, mumu söndürüyorum. kaşığı da ters şekilde mumluğun üzerine bırakıyorum.

    “çabuk ol.” diyip dişlerini gıcırdatıyor. içimde sebepsiz bir öfke doğuyor. o an elimdeki şırıngayı bırakıp, yüzüne güzel bir yumruk atmak, dişlerini evimin zemininde görmek istiyorum. saman alevi gibi bi’ anlık bir şey işte.

    “tamam kardeşim, hazır.” diyip, sağ kolunu sıyırıyorum. kabuk kaplı, hiçbir damar bulamıyorum. sonra sol kolunu sıyırıyorum. aynı durum. sonra gorcinin şeyine bakıyorum. kahkaha atmak geliyor içimden ama kendimi tutuyorum.

    “hadi ama dıbına koyim, gene mi? nasıl olurda kolumda ki tüm damarları tüketmiş olabilirim? diyor gorci, anlayarak.

    “senin damarlar pek yüzeye çıkmayı sevmiyor. napalım, bazı insanların vücutları eroine yatkın değildir.”

    “eğer gibim bi enfeksiyon kaparsa, bütün malı züt deliğinden içine pompalarım” diyip aletini ortaya çıkarıyor. en belirgin damarlar burada.

    “bende seninkini elime almaktan çok hoşlanmıyorum” diyorum kızgın değilde daha çok takılarak. sonra damarı bulup vücuduna enjekte ediyorum malı. rahatlayıp uzanıyor. “aslına bakarsan, bu mal olduğu sürece pekte ihtiyaç duymam sanırım penisime. boşalmaktan bin kat daha keyifli bu.” gerçekten öyle. aleyhinde bu kadar reklam olmasına rağmen, onu kullanan bunca insan olmasının geçerli bir sebebi olmalı değil mi?

    nefsimize yenik düşmüz insanlarmışız bizler, düşme kısmına tamamen katılıyorum. kendimizden başka bir şey düşünmezmişiz biz. berkay 1, insanlık 0, kendimden başka kime ihtiyacım var ki? biz canlarımızı sokakta mı bulmuşmuşuz? yaşamayı seçtiğimi kim söyledi?

    şimdi, sıçmam lazım. kanımca bu eylem bütün eroinlerden daha rahatlatıcı bir şey. açıkçası hayatım adına bir kısır döngüdeyim, eroin kullanıyorum, sonra sıçıyorum, sonra tekrar eroin, sonra tekrar tuvalet. uzun bir zamandır tek gördüğüm, kaşık ve tuvalet kağıdı. şikayetçi miyim? aslında içimde bir ses, hani şu aç olmasanız bile kahvaltı yapmanız gerektiğini söyleyen ses, yaşadığım hayatın sadece zamanımı harcamak olduğunu söylesede. hayır, şikayetçi değilim.

    dava düşmüştür.

    geri dönüp kendime de bir doz enjekte ediyorum ve anlamsız biçimde kendimi çok yorgun hissediyorum. üstelik sabah yedi ya da sekiz gibi uyumaya alışık olduğum halde. gidip yatağa uzanıyorum. saat gecenin bir buçuğu ve alışıklığımdan dolayı dışarda hiç ışık olmamasına şaşıyorum nedense. benim için henüz güneş batmadı. gözlerimi kapattığım anda aklıma nikol geliyor, şu rus çıtır. sonra ki durağımız, ukrayna’dan beqiri. elimi aletime doğru zütürüyorum. sizinde anlayacağınız gibi, enerjimin düşük olmasını anlıyorum. birlikte olduğumuz bütün kızları düşünüyorum. hızlanıyorum, sonra caddeden bir motor geçiyor. bütün konsantrem dağılıyor. dıbına kodumun amcığı. kafamı tekrar toplayıp, kaldığım yerden devam ediyorum. sırada ki küfredeceğim şey, her 15 dakikada bir gürültülü şekilde parfüm sıkan şu gibtiğimin aleti. “en tepede bırakmak, mizacıma uygun değil açıkçası.” son bir kez daha şansımı deneyip, mutlu sona ulaşıyorum.

    şu anda, sanki hayatta elde edebileceğim tüm mutlulukları yaşamış gibi hissediyorum. açıkçası iki ayağımın üzerinde durmakta zorlansamda, gidip gorci’nin dudaklarına yapışıyorum. kafam güzelken ne yaptığımın önemi yok açıkçası.

    “gibtir git dıbına kodumun homosu” diyip üzerinden atıyor beni. yere düşüyorum. dünyanın en mutlu insanı benim.

    düştüğüm yerden kalkamayacak kadar yorgun hissediyorum kendimi. bir çizgi çekip, keyfime bakıyorum.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster