0
ilk iki günüm bana çok sıkıcı gelmişti. Yavaş yavaş arkadaşlarıma uyum sağlamaya çalışıyordum. Koğuşta beş yerli mahkum, kalan kişiler de çeşitli memleketten olup, istanbul’dan buraya sevkle gelmişlerdi. Bugün buraya geleli dördüncü günümdü. Can sıkıntısından ne yapacağımı bilemiyorum. Sıcaktan ve sinekten uyuyamıyor, küçücük bahçede sürekli volta atmaktan, bir ileri bir geri gelmekle başım dönüyordu. Zaten volta atmayı da sevmiyordum. El işi yapanların yanına oturuyor, sıkıldığımdan kalkıp elime kalemimi alıp, günlüğüme devam ediyordum. Bu da beni rahatlatıyordu. Koğuştaki arkadaşlarımın suçları değişik tipteydi. Kimi trafik kazasından, kimi hırsızlıktan, kimi silah bulundurmaktan, kimi yaralamaktan, kimi de zimmetten ( o da benim ) yatmaktaydı. Burada bulunanların içinde en uzun cezalı olanlardan biri Rizeli Muhsin ( kırk ay ), biri de ben ( 22 ay ), diğerleri de üç, dört, sekiz, on, on dört ay gibi cezalarla gelmişler. Mahkumiyet günleri çok zor geçiyor. Evinde kilometrelerce uzakta olmak, anam, babam, bacım, kardeşim, eşim, çoluk çocuğumu düşünmek, dış dünyadaki ortamları hayal etmek, insanı ister istemez üzüntüye zütürmekte. Bu yüzden bazılarımız kendini el işine vermekteydi. Kastamonulu Uğur kardeşimizin elinden yağlı boya, fırça ve kalemi düşürmeyip, gece gündüz sürekli resim yapmaktaydı. Rizeli Muhittin gemi ve evle, Diyarbakırlı ismette sürekli boncuk örmekteydi. Af yasası çıkmassa bu gidişle ben de bir şeylerle uğraşmak zorunda kalacağım. 15 Temmuz’dan bu yana basın ve görsel yayından düşmeyen af kanunu hepimizin umut kapısı olmuştu. On dört günden bu yana hala bir sonuca varamadılar. Büyük olasılıkla Cumhuriyetimizin 75. yılına isabet eden 29 Ekim’e yetiştirileceği haberi, içimizde bir an olsun buruk sevinç yaratıyordu. Çünkü hepimiz bir an önce buralardan çıkıp kurtulmak istiyorduk. Gün boyunca yatana kadar konumuzun çoğu af kelimesiydi. Meclis tatile girene kadar ( 31 Temmuz’a kadar) bir yasa çıkmadıysa hepimiz kendimizi 29 Ekim’e endeksleyeceğiz.