0
Havanın kokusu içimizi ferahlatıyordu. Arabada kalan altı kişiydik. Ovacığa geldiğimizde kelepçeleri tekrar takmıştık. Takındığımız kelepçeleri tekrar çözdük. Her birimiz rahat rahat oturup, bacaklarımızı uzatabiliyorduk. Gece birden sabahın beşine kadar bozuk yolda seyir etmiştik. Asfalta çıkmış olmalıydık ki arabamızda çok rahat gidiyordu. Uykusuzluktan ölüyorduk. Birkaçımız uyuklamaya başlamıştı. Ben de uyumamaya inat edip küçük pencereden etrafı seyrediyordum. Kara yolları levhasında Araç yazısını görünce uyuyan arkadaşlarımı kaldırıp, uyanın geldik, kelepçelerimizi takalım dedim. Üstümüzü başımızı toparlayıp, kendimize çeki düzen verdik. Perişan ve çok eziyetli bir yolculuktan sonra Kastamonu - Araç Cezaevinin kapısına girmiştik. Arabadan torbalarımızla inerek askerlerin eşliğinde cezaevine girdik. Metristen hareket etmeden önce torbalarımızdan alınan jilet, çamaşır deterjanı, hap, ayna gibi malzemelerimiz iade edildi. Komutanımız, elindeki dosyaları gardiyana vererek, bizlere dönüp, sizleri sağ salim buraya getirdik, burası Metristen iyidir, Asilik yapmadığınız müddetçe cezanızı bitirir, hepiniz ailenize, ananıza, babanıza, sevdiklerinize kavuşursunuz, Allah hepinizi kurtarsın sözleriyle bizlerle vedalaşıp ayrıldı.
25.07.1998 Cumartesi saat 18:40
Artık yeni cezaevimize gelmiştik. Nöbetçi gardiyan ( ismini sonradan öğrendiğimiz ) Orhan Bey, bizleri teslim almıştı. Hepimizi elindeki listeyle ismen kontrol edip, bizleri gözlüğünün altından süzüyordu. Torbalarımız burada kalsın, karşı koğuşa girin, istirahathaneye bakın. Saat 20:00-20:30 arası nöbetçi arkadaş gelecek, o sizleri koğuşlara dağıtım yapacak. Karşımızdaki koğuştan bir mahkum arkadaş bizleri görüp, Ağabeyler, hoş geldiniz, geçmiş olsun diyordu. Bizler de tek tek eyvallah, sağ olasın, sana da geçmiş olsun dedik. Biraz sonra elinde bir demlik çay ve bardakla yanımıza geldi. Sıcacık çay bizi memnun etmişti. Her birimiz sırayla çeşitli sorular sorup cevap almaya çalışıyorduk.
Mahkum arkadaşın karakterini, idarenin tutum ve davranışını, yemek, banyo, ziyaret ve telefon durumunu çeşitli ihtiyaçlarımızın nasıl karşılanacağı hakkında bilgi ediniyorduk. Kötü bir yönü bulunmadığını söyledi. iyimser tavırlarıyla sorularımızı cevaplandırdı. Biz mahkumlar kendi aramızda ne kadar iyi geçinirsek, idare personeliyle de aramız ne kadar iyi olursa, bu ceza burada biter düşüncesine hakimdik. Çaylarımızı içip bitirdiğimizde yanımızdan ayrılıp koğuşuna gitti.
Bizler şimdilik baş başa kalmıştık. Oturduğumuz yerden görebildiğimiz yerleri süzüyorduk. Koğuş küçücük, içinde iki tane altlı üstlü ranza, ( ranzalarda yatak yok ) kıştan kalma bir odun sobası, küçük bir tuvaleti, aralıklı adımlarımla ölçtüğüm altıya on küçük bir bahçesi, mutfağı ve banyosu bulunmayan, taştan örülme eski virane bir binayı andırıyordu. Allahım burada biz ve bizim gibi insanlar nasıl yaşar diyorduk. Etraftan hiçbir ses gelmiyordu. Şehir dışında ağaçların altında olduğumuz belliydi. Bulunduğumuz koğuşun sağ cephesinde uzun uzun kavak ağaçları görebiliyorduk. Kavak ağaçlarından çeşitli şekilde kuş cıvıltıları ve ötüşleri geliyordu. Bu sesler kulağıma çok hoş gelmişti. Bir müddet kuş seslerini dinledim. Bizi teslim alan nöbetçi gardiyana seslenerek, sayım abim, hepimiz evli barklı, çoluk çocuk sahibi insanlarız, Metristen apar topar çıkartılıp, buraya sevke geldik, ailelerimizin haberi yok, mümkünse evimize telefonla bizlerin buraya geldiğini haberdar et diye yalvarıyordum. isteğimizi kabul etti. Ben ve diğer arkadaşlarım, sigara kağıdına telefon numaramızı ve ismimizi yazıp, parasıyla birlikte gardiyana verdik. O' da, ben bu numaraları arar, buraya geldiğinizi belirtirim. Onlardan alacak olduğum cevabı da Pazartesi nöbete geldiğim zaman söylerim dedi. Evimize haber verileceği için de memnunduk.
Tümünü Göster