0
Canımız su ve kola istiyordu. Tuncay, ismini öğrendiğimiz askerlerden Abdullah’a seslenerek, bizim araç komutanının yanımıza gelmesini istedik. Komutan geldi. Tuncay bu sefer alttan alarak komutana, siz iyi bir insana benziyorsunuz. Halimizden anlayın. Bizlere su ve kola temin edemez misiniz dedi. Komutan da biraz sonra hareket edeceğiz, teğmen de bizim komutanımız, ne diyorsa yapmak zorundayız. O şimdi yemek yemeye gidecek, gittiğinde askerlere doldurttururum. Kolayı da benzin alacak olduğumuz yerden alırız dedi. Hep bir ağızdan, sağol komutanım. Sen de olmazsan bu yol çekilmez dedik. Boşalan pet su şişelerini askerlerimiz doldurdu. Saat yirmiüç onda istasyondan ayrıldık. Yirmiüç kilometre ilerledikten sonra da şoförümüz benzin alırken, Abdullah kolamızı da almış oldu. Bu sefer en büyük asker bizim asker, Allah seni sevdiğine kavuştursun diye Abdullaha tempo tuttuk. Kelepçeler gevşek olduğundan tekrar bileklerimizden çıkarttık. Altı saattir yoldayız. Kıçımızın üstüne otura otura ve ayaklarımız rahat şekilde uzatamadığımızdan, hareket alanı da olmadığından, kıçımın ve diz kapaklarım ağrımaya başlamıştı. Hepimizin şikayeti aynıydı. Yol da bitmek bilmiyordu. Saatler ilerledikçe, bir an önce evimize kavuşmayı ( yani gidecek olduğum cezaevine ) istiyorduk. Oturduğumuz yerden uyuklamaya çalışsakta rahat edemiyorduk. Herkes bir şeyler anlatıyor, müciplik yapmaya çalışıyordu. Bir ara oturduğum yerden gayr-i ihtiyari sağ bacağımı karşımda oturanın apış arasına doğru uzatmıştım. O' da kardeşim noluyor yahu? Cinsel tacize mi uğruyorum demesi, bizleri güldürmüştü. Espiri ve şakalarla yola devam ederken, Eskipazar - Ovacık yol ayrımına geldiğimizde saat gecenin birini geçiyordu. Hiçbirimiz uyuyamıyorduk. Ben ve birkaç kişi de, pencerden karanlıkta olsa nereden geçiyorum, nereye geldik diye çevreye bakınıyorduk. Gece saat ikide Ovacık yoluna girdiğimizde, diğer ring arabası Eskipazar yönüne doğru hareket etti. Araba gittikçe sallanıyor, her taraftan şangır şungur sesler geliyordu. Bu yolun bozuk ve arazi yolu olduğunu kanaat ettik. Yol aldıkça, saatler ilerledikçe uyku da bastırıyordu. Arabanın sürekli hoplaması, sallanması uykuya daldığım anda gözlerimi dört açtırıyordu. Arazi yolundan ormanlık yola daldığımızı, yolun kapalı olmasıyla anladık. Araba durdu. Bir ileri bir geri yaparak dönmeye çalışıyorduk. Karanlıkta ay ışığından yararlanıp, pencereden etrafa bakınmaya çalışıyorduk. Her taraf karanlık ve bol ağaçlı bir ormana girdiğimiz belliydi. ilk geldiğimiz yere dönüp dolaşıp üç dört sefer geldik. Şoför bir yol daha tutturup istikametine yöneldi. Biz de aabanın içinde, Kastamonun ormanları içerisinde kaybolduk. Ayılara yem olacağım komutan bizi serbest bıraksa. içimizden kaçan olur mu gibi sorulara ayılara yem olmaktansa bir arabanın içinde kalmayı tercih ederiz. Kimimiz de kaçarım diye bozulan morallerimizi düzeltmeye ve şakalaşmaya devam ediyorduk. Köy gibi yere geldiğimizde üç-beş tane hanenin sokak lambalarının yandığını görüyordum. Şoför bir evin yanında durdu. Komutanın araba hoparlöründen Ahmet Ağa, Ahmet Ağa diye seslendiğini duyduk.
Gecenin üçünde kim Ahmet Ağa? ( ismini hiçbirimiz bilmiyoruz ya! Genelde köy gibi yerlerde Ahmet, Hasan; Mehmet ismi çok yoğun olduğundan, araç komutanımız da bu şekilde seslenmişti.) Karanlıktan adım sesleri geliyordu. Biri komutanın yanına gelerek, ( Gecenin sessizliğinde neler konuştuğunu duyuyorduk.) buyrun komutanım. Hayırdır inşallah, bir durum mu var? sorusuna, komutanın cevabı biz istabul’dan geliyoruz, Ovacığa nasıl gideriz, yolumuzu kaybettik diyordu. Ahmet Ağa yolu tarif etti, yeniden yola koyulduk. Ortalama kırk-kırk beş dakika yol aldık. Araba yine durdu. Komutan bu sefer Mehmet Ağa, Mehmet Ağa diye sesleniyordu. Zavallı köylüm, Mehmet Ağa belki de korkarak komutanın yanına geldi. Buyurun komutanım, hayır mı, şer mi? Bir durum mu var sorusuna komutan, biz istanbul’dan geliyoruz, arabada mahkum var, Ovacığa gideceğiz, yolu bir türlü bulamadık diye cevapladı. Mehmet Ağa rahatlamış ve korkusunu yenmiş olacak ki, komutanım buyurun oturalım, çay ayran ikram edeyim diyordu. On-on beş dakika oturdular. Ayran içtiler. Pencereden olup bitenleri karanlıkta görmeye ve işitmeye çalışıyorduk. Güzergah tarif edildikten sonra tekrar yola koyulduk. Nihayet sabahın beşinde Ovacık Cezaevine gelmiştik. Askerlerin, Ovacık mahkumları torbalarınızı hazırlayın, ineceksiniz emriyle altı kişi toparlanarak, araçtan ellerinde torbalarıyla ikişer ikişer inmeye çalışıyordu. Her birimiz, birbirimize Allah kurtarsın temennisiyle vedalaştık. Ovacık Cezaevinde tuvalet ihtiyacımızı da giderdik. Devir teslim işlemleri yapılıp saat beş otuzda tekrar yola koyulduk. Tan vakti sökmüş, sabah olmuştu.
Tümünü Göster