http://www.youtube.com/watch?v=ADOQQiwgU0Y
SEVK YOLCULUĞU 24.07.1998 17:30
Yukarıdaki tarih ve saat itibariyle Metris Cezaevi’nden ayrıldık. Arabanın içi çok sıcaktı. Hepimiz ter döküyorduk. Ellerimizin kelepçeli olması rahat hareket etmemizi engelliyordu. ikinci Boğaz Köprüsünün çıkışında durduk. On-on beş dakika hareket etmemiştik. Hepimiz merakla arabanın küçük camlarından dışarıyı gözleyip komutan ve askerlerin konuşmalarını dinlemeye çalışıyorduk. Sıcaktan patlamıştık. içimizden Tuncay arkadaşımız camdan komutana seslenerek yanımıza gelmesini istedi. Komutan yanımıza kadar gelip, sorun nedir diye sorduğunda, Tuncay: Komutanım, kapıyı biraz açık tutar mısınız? Sıcaktan patladık, az hava alalım. Kelepçeler de çok sıkı, biraz gevşetebilir misiniz dedi. Komutan da askere emir vererek, Abdullah, arkadaşların kelepçelerini bir diş gevşet, kapıyı da beş dakika açık tut dedi. Bizler hep bir ağızdan, Sağol komutanım, Allah razı olsun komutanımn diyerek memnuniyetimizi belirtmiştik. Abdullaha neden bekliyoruz diye sorduk. O da Sinop ve Ünye mahkumlarını taşıyan ringi bekliyoruz, üç araç konvoy şeklinde gideceğiz dedi. Saat yedibuçukta üç araç yanyana gelip, araç komutanları kendi aralarında konuşarak yola koyulduk. Arabımızın sağında ve solunda üçer pencere bulunuyordu. Pencerelerde göz kararı ölçtüğümde nem, yükseklikte yaklaşık otuz santim uzunluğundaydı. iki pencerenin camı kırıktı. Araba yol aldıkça esen hafif rüzgar bizleri serinletmeye yetmiyordu. Kelepçelerin gevşek olmasıyla hepimiz kelepçelerden boşandık. Birbirimizin bileğine çift, diğerimizin bileğine tek dolanan zincirlerden kurtulmak hepimizin hoşuna gitmişti. Altı kişinin bileğinde çift sarılan kelepçelerkilitli olduğundan bileklerinde asılı kalmıştı. Askerlerden birisinin de bölmenin deliklerinden bizi gözetlediğinin farkındaydık. Kapının arkasından seslenerek, Arkadaşlar, hepinizin kelepçelerden kurtulduğunu gördüm. iyi niyetimizi suistimal etmeyin. Araba durduğunda kelepçeleri takın. Komutan görürse ellerinizi çok kötü bağlarız dedi. Bizler de, tamam asker, senin için rahat olsun, sana laf getirtmeyiz dedik. Birkaçımız camdan dışarıyı seyrediyorduk. Bir aydır otomobil, ev, yeşillik, ağaç, hayvan ve çeşitli insanları görmemiştik. Dışarıyı seyrederken öf anam, manitaya bak, şu arabayı ben kullanacaktım, şu ağacın altında ne güzel rakı içilir gibi hasretlerini dile getiriyordu. Ben de bir müddet ayakta kalarak dışarıyı seyrettim. insanları, evleri, yeşillikleri ve Sapanca Gölünü, yol boyunca seyretmek çok hoşuma gitmişti. içimden de Allahım ne olursun bizi buralardan kurtar diye yalvarıyordum. içimizden birisi defalarca hapse girip çıktığından, ringleri yaşadığından arkadaşlar ben bu konularda tecrübeliyim, yanıma kola ve bol miktarda yiyecek aldım. Yanında katığı olmayan, acıkan varsa ikram edeyim dedi. Bizler de kola içeriz, yemeği molada yeriz dedik. Hepimiz kola içerek serinlemeye çalıştık. Arabanın içinde on iki kişiydik. Sanki sözleşmiş gibi hepimiz birden sigara yakıyorduk. Dumandan gözlerim yanıyor, diğer taraftan su gibi ter çıkartıyordum. Havanın kararmasıyla rahatlamıştık. Tatlı tatlı esen rüzgar içeriyi serinletiyordu. Saat dokuz kırkta Kaynaşlı’ya, istasyona girdik. Asker, kelepçelerinizi takın, komutanım görmesin diye uyardı. Bileklerimizden çıkarttığımız kelepçeleri tekrar taktık. Kendi kendimizi kelepçeliyorduk. Komutan kapıyı açarak, arkadaşlar, mola yerimiz burası. Yemek olarak sadece ekmek arası köfte yiyebilirsiniz. Tuvalete de ikişer ikişer gideceksiniz dedi. Hepimizin karnı aç olduğundan gelen garsona yarım ekmek arası sipariş verdik. Fiyatı da altı yüz bin lira deyince dudaklarımız uçukladı. Yarım ekmek ve sekiz-on köfte için altı yüz bin lira vermek hepimizin zoruna gidiyordu ama karnımız da açtı. Tamam kardeşim, sen köfteleri hazırla, gelirken de on iki tane kutu kola getir dedik. Bu arada köfteler hazırlanadursun, bizler de tuvalete gitmeye başladık. ikişer ikişer gidiyorduk. Askerler; Beyler kelepçeleri çıkartmak yasak olduğundan büyük tuvalette yasak, ancak çişinizi yapabilirsiniz diyordu. iki kişi kelepçeli olduğundan birimiz arkamızı dönüp, diğerimiz kelepçesiz olan eliyle çişini yapmaya çalışıyordu. Tek elle de çiş yapmak ve yüz yıkamak hayli zor oluyordu. Tuvalet molası bittiğinde ekmeklerimiz gelmişti. Kolalar nerede diye sorduğumda yasak dendi. Hepimizin şalteri atmıştı. Öyle ya, köfte ekmek kuru kuruya yenmez dedik. Askere komutanını çağır dedik. Komutan gelip mesele nedir dedi. Tuncay arkadaşımız, komutana mahkumsak insana bu kadar eziyet verilmez. Havalar zaten sıcak, bu köfte ve ekmekler kuru kuruya gitmez. Yanına ayran, kola, fanta gibi bir şeyler gerekir. Boğazlarımız susuzluktan kurudu diye hiddetli hiddetli konuşurken, bizler de tasdikliyorduk. Hararetli hararetli konuşulurken, karşımıza teğmen çıktı. O da ne oluyor burada, bir durum mu var diye seslendi. Aynı şekilde isteğimizi ona da söyledik. Teğmen Beyler de, sizler birer mahkumsunuz. Bazı yasaklar vardır. Buna da uymalısınız diye hararetli şekilde söylenip, bizleri azarladı. Tuncay da hiçbirimiz köfte ekmek yemiyoruz. Geri alın dedi. Teğmen de böyle bir şey beklemiyordu herhalde. Tuncayın lafı üzerine, köfte ekmekleri geri alın. Bunlara su bile yok. Kapıyı üstlerine kapayın diye askerine sert dille emir verdi. Bizler de yanında kim ne aldıysa ekmek, zeytin, peynir, domates, salatalık, bisküvi gibi şeyleri ortaya çıkartıp, kelepçeli ellerimizle karnımızı doyurmaya çalıştık.