0
Sabah 07:30’da kalkıp saat 08:15’e kadar kahvaltılık çayı hazırlıyordum. Sabah 10:00-11:00 arası keyif çayını, öğlen yemekten sonra 13:00-13:30 arası, ikindi 17:00-18:00 arası, akşam 21:00-22:00 arası çay servisim vardı. Diğer ara saatlerde de kahve istenildiğinde hazırlıyordum. Diğer işim, su taşıma görevlisiydim. Sularımız akmadığında birinci kattan bidonlar su taşıyorduk. Koğuşa yeni arkadaşlar geldikçe görev değişikliği yapıyorduk. ilk haftam çaycılık ve su taşıma, ikinci haftam yemeklerden sonra yerleri süpürme ve kül tablalarını temizleme, üçüncü haftamda da yemek servisi açma ve sofrayı kaldırma görevi verilmişti. Görevlerini aksatmadan, kendime laf söylettirmeden yapmaya çalıştım. Kimse de şikayetçi olmadı. Yemek saatlerimiz haricinde boş zamanım çoktu. istediğim gibi yatıp kalkabiliyor, bahçede volta atabiliyordum. Gündüzleri uyuduğumdan, geceleri saat iki - üçten önce uyuyamıyordum.
Ben, koğuş içerisinde ve dışında kendi halimde bir insandım. Arkadaşlarla fazla muhabbete girmez, sadece onları dinlemekle yetinirdim. Günlük gazeteleri okur, bulmaca çözmeye ve bu notlarımı kaldığım yerden yazmaya çalışırdım. Arkadaşlar arasında yüzük oyunu oynarken, çok masum oluşumla yüzüğün bende olmadığını belli etmediğimden, fazla konuşmadığımdan lâkabımı Mazlum takmışlardı. Bu lâkabı da Erzurumlu Zeki Kanar takmıştı.
Artık bana koğuş içinde, benden büyükler, ne haber Mazlum, iyi misin demesi hoşuma gidiyordu. Hapishanede ağır başlı olman, verilen görevi yerine getirmen, duymadım, görmedim, bilmiyorum kelimeleriyle kendini savunman ve başkalarının işine, lafına karışmadığın müddetçe senden iyisi yoktur. Kaldığım koğuşta en çok kızdığım nokta ise, bazı arkadaşlar tarafından televizyon kanalları arasında zapping yapılmasıydı. Televizyonun çok kanallı olması arkadaşlar arasında hangi kanalı seyretmemize engel ve sürtüşmelere neden oluyordu. Kimimiz maç, kimimiz film istiyordu. Salt çoğunlukta kazanılamadığından, bir kişinin isteği üzerine esir oluyorduk. En çokta zapping yapan Tezcan ve Dursun’du.
Koğuşta bulunan bazı eski mahkûmlar yeni gelenlere emr-i vaki yaptırmayı seviyorlardı. Ağır başlı, kendin bilen ağabeyler hürmet ederken, yaşça emsallerimiz getirsene, zütürsene, şöyle yap, böyle yap demekle, o kişinin moralinin bozulduğunun farkına bile varmıyorlardı.
Koğuşa geldiğimde dört - beş günlüktüm. Bir ara kahve istendi. Beş fincan kahve yapıp hazırladım. iç bölmeye gidip mümessile ve diğer ağabeylere ikram ettikten sonra, kalan iki fincan kahveyi de, bizim bölmede oturan, bizlerden büyük ama benden sonra gelmiş Hüseyin Ağabeye ve eski mahkûm Şeref Dayıya ikram ettiğimde, tantananın çıkacağını nereden bilebilirdim.
Yatağında oturan asker cezalısı Tokatlı Duranın, hani benim kahvem, ben eskiyim, kahveyi önce bana verecektin demesi beni çileden çıkartmıştı.
Şu an fincanım yok. Fincanlar boşalsın, beş - on dakika sonra içsen ne olur dediysem de, hararetli konuşmalar tansiyonlarımızı çıkartmıştı. Benden küçük birisi tarafından emir almak, o kişinin de diğer büyüğüne saygısızlık yapması çok zoruma gitmişti. Hararetle konuşması sırasında kendimi tutamayıp ağlıyordum. Koğuş mümessili geldi. Olayı öğrenmek istedi. ikimizin de ayrı ayrı ifadesini alıp dinledikten sonra, Duranın sonradan gelip benden özür dilemesi, olayın kapanmasına vesile oldu.
Tümünü Göster