0
Haftanın perşembe günleri, saat dokuz - beş arası E / 6 blok’a ait ziyaret günüydü. Her ziyarete on beş kişi çağrılıyordu. Süremiz yirmi dakikaydı. Ziyarete gelenler de kalabalık olduğundan, ziyaretçilerle aramızda cam bölme ve demir parmaklıklarda olduğundan, herkes yüksek sesle konuşuyordu. Zaman zaman kimin ne dediği anlaşılmıyordu. Yirmi dakikalık süre kısıtlı olmasına rağmen, biz mahkumlar için yeterli olmasa bile yine de çok memnun kalıyorduk. Gönül doyasıya konuşup koklaşmak, birbirimizin elini tutmak, temas etmek istiyorsa da, kuralı çiğneyemiyorduk. ilk ziyaretime 2 Temmuz 1998 Perşembe günü öğlen saatlerinde, eşim, iki oğlum ve komşumun Nermin Hanımla oğlu Erkan gelmişti. Koğuşumuzdaki Şeref Dayıya, ziyaretçin tarafından evime haber verilsin, benim de çocuklarım, eşim ziyarete gelsin demiştim. Şerif Dayı da ziyarete gelen kızına verdiğim telefon numarasını aramasını, eşimle konuşmasını söylemiş, kızı da harfiyen uygulamış.
Eşim ziyaretime geldiğinde, ilk sorum burada olduğumu nereden öğrendin, telefon açan oldu mu diye sormuştum. O da beni küçük bir kız aradı, senin bu arada olduğunu olduğunu, bugün ziyaret olduğunu söyledi. Anladım ki Şeref Dayının ön üç - ön dört yaşındaki kızı haber vermişti.
Ziyarette çocuklarıma dokunamadım. Saçlarını okşayıp, öpüp koklayamadığımdan içim bir hoş olmuştu. Kendimi tutamayıp ağlamaya başladım. Büyük oğlum Mehmet'in masum masum bakışları, küçük oğlum Mert'in hiç konuşmaması beni delirtiyordu. Kendimi suçlu hissedip, onlara eziyet vermemin üzüntüsü içimi parçalıyordu. Eşimin, kocaman adamsın, çocukların yanında ağlama, bari onları etkileme demesiyle kendimi toparlamaya çalışıyordum. Gardiyanın kegib kegib acı düdüğü ve lambaların sönmesi ziyaretin bittiği anldıbına geliyordu. Son cümlelerimiz veda öpücüklerimiz ve el sallamalarımız başlamıştı. Artık bu hafta görüş yapılmayacaktı.
E / 6 koğuşuna ilk ayak basanlar, bir hafta boyunca bahçeye çıkamıyordu. Mümessilimiz tarafından konulan yasaklı bir emirdi. Ben ve benden sonra gelenler de aynı uygulamaya tabi tutuldu. Buradaki amaç, arkadaşları ismen tanımak, onları süzebilmek, yapısını, karakterini kafana göre çözebilmekti. Bu arkadaşlarımızdan bir tanesi de, 43 yaşındaki Erzincanlı, Boğaztaş köyünden Tuncer’di. Şen şakrak, kafasına bir şey takmayan, iyice hapishane kaşarı olmuş birisiydi. Her lafının altında insanı gülümsetecek bir espiri yatıyordu. Bekar, kimi kimsesi olmayan bir şahıs. Bir an önce cezasını çekip, tahliye gününü bekleyip, özgürlüğüne kavuşmasından başka neyi düşünebilr ki? iş - güç sahibi, evli, çoluk çocuğa karışmış kişiler için hapis yatmak, ömürlerini burada çürütmek hiçte kolay değildi.
Tümünü Göster