0
Babamın yine işe gideceği bir gün, hepimiz erkenden kahvaltı etmek için kalkmıştık. Yere kurulmuş sofrada çay bardakları, çatallar, artık Allah ne verdiyse yerini almıştı. Kapının hemen bitişiğinde duran soba, üzerindeki çaydanlığı kaynatıyor, çaydanlıkta dayanamayıp fokurduyordu. Gümüş rengi, siyah kulplu çaydanlığın ağzından fışkıran su taneleri sobanın üzerine düşüyor, sürekli yinelenen sesin arasına sıcaktan haşat olmuş bülbülümüzün şakıması da karışıyordu. Üstüne bir de televizyonda yayınlanan Sevimli Kahramanlar'ın sesi eklenince, beş-on saniye boyunca aralıklı ve sürekli geçen diyaloglarla evimizde bir şenlik havası esiyordu.
Bülbül evin en uzak köşesindeydi. Kafesin altında bulunan ve çalışmayan ev telefonumuzun da üstünde durduğu bu raf, aynı zamanda eşya dolabımdı. Sana yağdan sürekli coslayan sobayı anneannem doldurup yakmıştı. Sürekli sobayla ilgilenmesi ve sobanın üzerine konmuş maşanın üstündeki kızarmış ekmekleri bir bir eliyle alması ve hızlıca sofraya atmasından anlamıştım. Anneannem, dedem, annem ve kucağındaki kardeşim, babam, ben, hep beraber yer sofrasının çevresine bağdaşımızı kurmuş, sevimli kahramanlarla kahvaltımızı ediyorduk. Bir anda aklıma aylardır adı konmamış olan bülbülümüz gelmişti. Sıcaktan mı olsa gerek bilmiyorum, normalinden daha fazla ses çıkartıyordu o gün. Babama kafesinin kapısının açılması konusunda bir şeyler zırvalamış, sonunda olumsuz bir cevap almıştım. Herkesin ağzından, bülbülün kafesinin açılmaması hakkındaki sert uyarıları dinliyor, tamam, yapmam şeklinde kafamı sallayıp, uyarıları dikkate aldığımı gösteriyordum. Bütün bir kahvaltı boyunca bülbülden konuştuk. Oda sıcakmış, eğer tavana doğru uçarsa, odanın içinde bulunan sıcak hava dalgasından dolayı kanatları yanar, ölürmüş, yok sobanın borularına konmaya çalışırsa yanarmış, yok o, yok bu. Tamam dedik.
Babam, dedemle birlikte kahveye gitmiş, annem ve anneannem de, bahçede Hamdiye Teyze ile birlikte örgü, dikiş, örnek gibi konular hakkında sohbete dalmışlardı. Dayanamadım. Kafesin yanında, penceremizin altında bulunan çekyata oturmuş, küçük kuşun neler yaptığını inceliyordum. Kafesin kapısını açtım ve yavaşça, bülbülü korkutmadan sağ elimi kapıdan içeri soktum. Kolumla ve diğer elimle bülbülün kapıdan kaçıp gidemeyeceği şekilde kapatıyor, aynı zamanda bülbüle yaklaşmaya, onu sevmeye çalışıyordum. Geçen süreler içerisinde merakım ve isteğim artıyor, elimin kenarından sürekli bülbülü yakalamak için uğraşıyordum. Bülbül kaçtıkça onunla yarışa giren ben, sonunda yarışı kazanmış olmanın verdiği mutluluk ve özgüvenle elimdeki bülbülü kupa kaldırır gibi kaldırıyor, zaferimi kutluyordum. Bülbülü daha yakından incelemek için koltuğa tekrar oturduğum anda parmağımı ısırması, onu yere fırlatmama neden olmuştu.
Yarım saat önce kahvaltı sofrasındaki uyarıları, az önce öldürdüğüm bülbülü, içinde bulunduğum durumu ve akşama yaşanacak olan olayları düşündüğüm o an, kaybolmak, kaçıp gitmek ve bir daha dönmemek istedim. Henüz yerde, cansız bir şekilde yatan o bülbülü alıp, tüm soğukkanlılığımla kafesine geri koyacak, katilin ben olmadığını gizleyecek cesaretim bile yokken, evden kaçmayı düşünmek ve bunu istemek düpedüz salaklıktı. Yaşanan bu olay neticesinde evden kaçmam, ailede büyük bir problem yaratacak, ölen bülbülün mevzusu kapanacak ve beni affedecekler düşüncesi bile salaklıktı. Ne olacak? Eve bütün gece gelmeyip sağda-solda takılacak, suçum cezasız kalacak, el bebek-gül bebek büyütülmeyen beni kaçışımın ardından gördüklerinde bağırlarına mı basacaklardı? Bastılar diyelim. Katil olduğum gerçeğini değiştirecek mi?
Tümünü Göster