0
Daha ilk yokuşu inmeden başlıyor sızlanmalar. Hava çok sıcak. Daha ilk yokuşu inerken, Nuriye Ablanın terasa astığı halıdan bir damla düşüyor enseme. Sonra omuzuma. Yok böyle bir serinleme. Yere bakıyorum. Hiçbir su birikintisi yok. ilk defa sıcağın etkisi, bizim sokağı bile etkilemiş diyorum içimden. Kulağını yere yaklaştırıp dinlesen o sesi, cos diyecek. Köşeyi dönüp bir sonraki yokuştan inerken dönüp bakıyorum ardıma. Yolun yarısı net, yarısı dalgalanıyor sıcak hava dalgasından. Erkan'ın annesi Nermin Teyze' den biraz çekiniyorum açıkçası. Tek gözünün olmaması beni ondan uzaklaştırıyor. Annem bir gün merakına yenik düşüp açmıştı bu konuyu ona. Kaynanası beddua etmiş. Gözün yumurta kırılır gibi yerinden çıksın da aksın inşallah. Göz, yumurta arasında bir konuydu. Hiç anlamamıştım. Güvercinleri kovalayarak Eyüp Sultan' dan geçiyoruz. Arada güvercinlere şut çekiyorum. Erkan topu tekrar getirmek için koşuyor sıcağın altında. Fanilyası şimdiden gözüküyor sırılsıklam olmuş tişörtünden. Kavruk enselerimizle Eyüp Sultan türbesini geçiyoruz güneşin altında. Mermer zemin ayakkabımın kaymasını sağlıyor. Büyük bir zevkle kayarak ilerliyorum zeminde. Cevşenler, seccadeler, ezan okuyan renkli renkli saatler, ihramlar her yerde. Sıcağı umursamayan teyzelerin, ter kokularının arasından sıyrılıp geçiyoruz. Halicin kokusu geliyor burnuma. Az önce tuttuğum nefesi bırakıp ciğerlerime dolduruyorum Haliç’i. Temiz olmasa da idare ediyor.