/i/Başıma Geldi

Hayatta başınıza gelenlerden ibaret değil midir?
  1. 1.
    0
    Belli mi olur sağları solları? Bana da sarmasınlar sonra. Zaten sürekli içiyorlar. Ya Metin, ya da Metinler’in yanındaki evde, akrabalarıyla yaşayan Cenk gidiyordu bunlara bira almaya. Yanında dediğime bakma. O sokak tamamen bayır. Yalçın Ağabey, tam bizim evin karşısındaki evinin balkonundan neredeyse her akşam Cenk'e sesleniyor, Cenk’te bayırın en başından Yalçın Ağabey’in yanına kadar iniyordu. Tekrar gerisin geri bayırı tırmanıp, köşeyi döndükten sonra sağda kalan Davut Bakkal’a gidiyor, aldığı şişe birayı tekrar Yalçın Ağabey'e vermek için o bayırı iniyordu. Evine tekrar gitmek için bayırı ikinci kez tırmanan Cenk, her akşam birbirinden farklı küfürlerle söylene söylene bizim pencerenin önünden geçiyordu. Birgün Cenk'in amcası dayanamayıp Yalçın abinin evine, kapısının önüne kadar geldi. Taner Amca, Yalçın Ağabey'den daha kısaydı ve Yalçın Ağabey'in onu kısa sürede haklayabileceğinin farkındaydı. O yüzden, her ne kadar sinirli olsa da sinirini göstermemeye çalışıyor, gayet kendinden emin bir halde Recep Amcalar’ın evinin kapısında bekliyordu. Yalçın Ağabey kapıyı elinde baltayla açtı. Ne diyeceğini şaşıran Taner Amca, bir an önce oradan gidebilmek için söyleyeceklerini bir bir, hızlı hızlı hararetli bir şekilde anlatıyordu. Ne diyon lan sen diye bağırarak kapıdan yarı çıplak çıkan Yalçın Ağabey, elindeki baltayı kaldırarak yine aynı şekil bağırdı. Belki altı-yedi kez ne diyon lan sen diyen Yalçın Ağabey'i duyan Birol Ağabey, bahçeden fırlayarak Yalçın Ağabey'in üstüne atladı. Balta yere düştü ve az ötede boğuşan Birol ve Yalçın Ağabey'i ayırmak üzere birkaç komşu evlerinden çıktı. Kan revan içinde kalak Yalçın Ağabey, deli dana gibi komşuların kollarında direniyordu. Merakla ve heyecanla o akşam üstü bütün olayı izledim. Olaydan yaklaşık yarım saat sonra polisler gelip her ikisini de alıp zütürdü. Üst komşumuz Remziye Teyzenin oğlu da, tanık olduğu için o akşam polisler tarafından karakola alındı. Metin'in her akşamı bu şekilde geçiyordu diyebilirim.
    Yaz-kış fark etmez, Metin her gün kapısının önünde yokuş aşağı oturur, ya bahçesindeki Huriye Ablanın beslediği kedilerle oynar, onlara otuz bir çektirir, canı sıkıldı mı kuyruğundan tutup havaya fırlatır, ya incir yer, ya da futbolcu kartlarıyla veya tasolarıyla oynardı. Kışları genelde bütün sokak toplanır, kardan buz tutmuş o bayırdan poşetlerle, leğenlerle, pimapen panjurlarıyla baştan aşağı kayardık. Recep Amcanın solunda, bizim çaprazımızdaki evde yaşayan Remziye Teyze bile çıkardı sokağa. Aynı bahçeyi paylaştığı kiracısı Adalet Abla ve oğlu Tunahan da bu takıma katılınca, on dakika geçmeden Remziye Teyzelerin aşağısındaki Nuriye Teyze, oğlu Ensar, kocası Tayfun Ağabey ve ardından onun aşağılarındaki komşular bile ellerinde poşetleriyle yorgun-argın bayırın başında alırlardı soluğu. Bu kadar kalabalığın içinde kaymak çok eğlenceli olurdu. Hamdiye Teyzeler, Emine Abla, Hakan, Esra, Sevda, herkes defalarca o soğuk kışa ve deli gibi esen rüzgarın gözlerimize soktuğu kar tanelerine aldırış etmeden tırmanır, kayardık. Kışları çok kar yağmadığından değildi bizleri bir araya getiren. Buzdu. Eğlenceydi.
    Kışları buz, yazları çaydı bizim mahalleyi bir arada getiren. Genelde annemin hiçbir komşusu yokuş aşağı oturmayı sevmediğinden, bizim kapının ya da Hamdiye Teyze'nin kapısının önünde otururlardı. Hamdiye Teyze'nin sağ, yan komşusu Emine Ablalar, solda da Nedim ve Numanlar oturuyordu. Emine Ablaların üst komşusu Nermin Teyze, kızı ve aynı zamanda sınıf arkadaşım Esra, küçük erkek kardeşi Erkanlar oturuyordu. Erkan kardeşimden iki yaş büyük, benden de üç yaş küçüktü. Yani dört yaşındaydı. Kardeşim daha konuşmayı bile çözemediğinden sürekli evde otururdu. iki yaşındaki bir çocuktan beklenilebilecek tek şey bu olsa gerek. Bazen annemin gözünün önünde olacak şekilde çıkar, karşı komşumuz Musa Ağabey'in oğlu Nedimle ve yan komşumuz Muhittin Ağabey'in oğlu Yavuzla top oynardı. Arada bu oyuna ben, Nedim'in ağabeyi Numan, Yavuz'un ağabeyi Resul ve ablası Bedriye de katılınca, Erkan ve ablası Esra, Hamdiye Teyzenin kızı Sevda da sokağa çıkarlardı. Kışları sadece karın yağıp, yerlerin buz tuttuğu nadide günlerde sokağa çıkan bu insanlar, yazları evlerine girmezlerdi. Muhittin Ağabey'in eşi Remziye Teyze, Hamdiye Teyze, Emine Abla, Nuriye Abla ve oğlu Ensar, Esralar, diğer Remziye Teyzeler, biz, hepimiz sokağa doluşurduk. Bizim sokakta tam üç tane Remziye Teyze vardı. Biri yan, biri üst, biri karşı komşumuz olan bu Remziyelerden ikisi, birbirleriyle küstüler. Üst ve karşı komşumuz olan teyzelerin oğlu ve kızı bir ara arkadaş olup, ayrılmışlar. Karşı komşumuz Remziye Teyzenin oğlu Selçuk Ağabey, Serap Abladan ayrılınca, iş buraya kadar gelmiş. Serap Ablanın ağabeyinin adı da Selçuk. Ama o işin aslını bilmiyormuş. Yazın, yaklaşık yirmi-yirmi beş kişinin sürekli kapı önünde oturduğu bu sokak, sürekli temizdi. Ne bir sigara izmariti, ne de bir çekirdek kabuğu. Herkes kendi kapısının önünü muhakkak her gün süpürüp, yıkardı. Bu yüzden bizim sokak, sürekli açık deterjan kokardı. Çaylar, yemekler, herşey musluk suyu kullanılarak yapılırdı. Zaten mahalleden sucu geçmezdi. Herkes suyunu çeşmesinden içerdi. Sucudan çok, hurdacı ya da sinek arabası geçerdi bizim mahalleden. Öyle bir kokardı ki o sinek arabası, iki sokak aşağı kadar inerdim peşinden koşarak. Kafam güzel olurdu. iki bayır çıkardım eve varana kadar. Tayfun Ağabey'in bakkalını, ardından Şaziye Teyzelerin evini, en sonunda da Nuriye Abla'nın evini tırmanıp sola döndüm mü, on-onbeş adım sonra, saçlarımdaki sinek arabasının sinmiş olduğu o kokuyla eve varırdım. Bir gün yine aynı şekilde geldim. Bahçeye girdim ve anneme yakalanmayayım diye saçlarımı yıkamaya koyuldum. Yan komşumuz Resul, sokaktan bana alaycı bir şekilde seslendi. Hafif ıslanmış saçlarımla bahçe kapısına doğru kafamı çevirdiğimde, kapalı tahta kapının aralığından Resul'ün beni sabırsızlıkla beklediğini gördüm. Çeşmeyi kapatıp kapıya doğru yürüdüm. Kapıyı açtığımda Resul'ün sokağa dizdiği gazoz kapaklarını gördüğümde, gülümsedim. Taşındığım bu zamandan, birbuçuk-iki yıldan beri kimsenin gazoz kapağı oynadığını görmemiştim. Hatta daha öncesinde, simit sattığım zamanlarda da gazoz kapağı oynayanlar çok azdı. Tasoya gücü yetmeyen meşe, meşeye gücü olmayan gazoz kapağı oynuyordu. Aldığım on meşeye karşılık, verdiğim bir tutam macunu kavanoz kapağına yapıştırdığım zaman anlamış olmalıydım. Hem Resul'ü, hem de gazoz kapağı oynamayı. Aldığım on meşeyi sadece üç taso karşılığı satabilmiştim. Yollarda gazoz kapağı arayarak harcadığım onca zaman, şimdi Resul'ün beden almış haliydi. Dalga geçtim Resul'le. içerlendi. Arkasını dönüp gidecekmiş gibi yaparken, elindeki macundan ağırlığı yarım kilo olmuş kavanoz kapağını bana fırlattı. Kapıya çarparak büyük gürültü yaratan kavanoz kapağı, beni büsbütün korkutmuş ve şaşırtmıştı. Kavanoz kapağının ağırlığından anlamıştım. Onunki fakirlik değil, zevkti. Ama dayanamadım. Bahçe kapısının arkasında, bel hizam kadar bir yükseklikte dikili olan incir ağacının altından farkettirmeden bir taş alıp, Resul'e fırlattım. Taş, Resul'ün kafasına isabet etti. Çığlık içinde yere yığılan Resul ağlamaya, bağırmaya başladı. Hemen bahçe kapısını kapayıp, eve girdim. On dakika sonra bahçe kapımız açıldı ve Remziye Teyze'nin bağırışıyla annemin irkilmesi bir oldu.
    Güzel bir sonbaharın hafta sonunda yediğim bu dayak, akşama yiyecek olacağım dayağın habercisiydi. Annem sinirlenip, geçen gün Metin'e ettiğim küfürü babama ispiyonlamıştı. Babamın da dayağı üzerine tekli koltukta uyuya kalmışım. Gece Cine 5'in karıncalı yayına girmesiyle rüyam sona ermişti. Rüyamda ne gördüğümü hatırlamıyorum. Ama bir rüya gördüğümü hatırlıyorum.
    Bardaktan boşalırcasına yağan yağmurda bile top oynamak, evimizin önündeki taşa oturmak, plastik boruyla önüne gelen kediye iğneli fişek fırlatmak için vardım ben. Her mevsim çıktım sokağa. Sokağımdan ötesine gitmedim ama. Aşık sokak benim için en iyisi olmasa bile seviyordum. Mahalle maçlarında oynayamasam bile birkaç kez kaleye geçmişliğim vardır. Bizim sokaktaki Metin'in aracılığıyla oldu tabi. Bir daha da o özgüvenimi kırıpta gidemedim diğer maçlara. Zaten çağırmadılar. Halbuki duvardan gol atacak kadar aşağılıklardı. Bediş izleyip onların taklitlerini yapmaya çalışan kızlara asılan bu mallardan ne bekleyebilirsin?
    Yine de bu sokağın vedar-ı iftiharı olmaktan dolayı gurur duyarım. Metin'i bilemem.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster