0
Bizim ev sokağın tam köşesindeydi. Yani en az iki sokağa pencereleri olması gerekirken, bizim evin sadece bir penceresi sokağa bakıyordu. Ev sahibimiz, yıllar önce evi ikiye böldürmüş. Bahçe kapısının baktığı sokağa, bizim evin penceresi bakmıyordu. Recep Amcanın balkonu ile penceremizin mesafesi üç-üçbuçuk metre kadar. Yani perdenin arkasına gizlenip onun ne yaptığını izlesem, beni yakalar. Defalarca yakaladı halbuki. Bir şey yaptığı da yok hani.Öyle dakikalarca uzun uzun kıpırdamadan bakar, dururdu. Recep Amcaların hemen sağında Lütfiye Teyzelerin bahçe kapısı, onun hemen sağında da Metinlerin evi vardı. Metin, kafası hep sıfır numara gezerdi. Sarışın, mavi gözlüydü. Gözleri genelde dolu dolu gezerdi Metin. Pek konuşmazdı. Konuştuğu zaman da saçmalardı. Yani kimse Metin'i dinlemezdi. Bir çok kez izledim Metinleri. Burak, Fırat, Cenk ve Metin her daim hafta sonu öğlen vakitleri bizim bu pencerenin önünde oynarlardı. Hatta Metin bir gün beyaz ranger olamadığı için ağlamıştı da. Annesi Huriye Abla'yı ilk o gün görmüştüm. Babasının olmadığını, annesinin de Eyüp'te dilencilik yaptığı söylenmişti. O gün Huriye Abla'yı ilk kez gördüğümde üzerinde bembeyaz kedi tüyleriyle bezenmiş koyu lacivert bir pardesü vardı. Son gördüğümde de. iki ablası, iki de ağabeyi vardı Metin'in. Hiçbir işe karışmayan, sürekli bakkala gönderilen Metin, bir gün elinde beyaz bir mağaza poşetiyle kapımızı çaldı. içeri buyur ettim ve olay kendiliğinden gelişti. Gözüm iliştiği anda içinde ne olduğunu merak ettiğim elindeki poşetini, iki-üç adım ilerleyip bahçenin ortasına bıraktı. Kapıyı kapatıp yanına yaklaştım. Beraberce gözlerimi bir an bile ayırmadığım Çetinkaya marka poşetin yanına oturduk. O gülümsüyor, bense merakla bekliyordum.