0
Simit sattım çocukken. Mahallemdeki çocuklar öğle vakti arkadaşları ile birlikte denize giderken, ben onların karnını doyururdum o zamanlar. ilk başlarda otuz simitle çıkardım işe. Simit tepsisini kafamın üstüne koyduğum gibi bizim sokağa dalardım. Remziye Teyze ve Gülizar Abla dörder tane alırlardı. iki ona, bir ona, iki de şuna derken, sokağın sonuna gelmeden kafamdaki tepsinin ağırlığı azalır, mutluluğum artardı. iş bittikten sonra havlumu alıp denize gidecek olmamın heyecanı içime dolar, fırına dönüp paraları ve tepsiyi iade ederken, "Al şunları da sat, sonra gel." cümlesiyle yıkılırdım. Sattığım otuz simit karşılığı bir simit benim atıştırmalığım olurdu. Bir defaya mahsus yiyebildim hakkım olan simidi. Karnımı doyurmaya çalışırken yediğim azarla birlikte büsbütün doymuştum. Hiç simitçi sattığı simidi yer miymiş? Bunu, sadece yoldan geçen biri söyledi. içime oturdu yediğim simidin yarısı. Dişlerimin arasındaki susamları dilimle temizleyip teker teker yerdim en sonunda. Onu bile yapamadım. Hiçbir şey diyemedim. Kalan yarısını atmadım. Önlüğümün cebine, en alta iteledim. Sonra yedim. Önlüğümün cebindeki paraları özenle taşırdım her gün. Tepsimi tekrar doldurup sokağa simit satmaya çıktığımda, cepteki paraları da fırına teslim ederdim. Hemen hemen bir hafta boyunca simit satıp eve para zütürdüm. Benim sayemde alınabilecek ikili ekmekten istediğim kadar yiyebilecektim artık. içimi rahatlatıyordu nedensizce. Ekmeğin her türlüsünü yedim. Sana yağı sürüp üstüne tuz da serptim, şeker de. Salça da sürdüm, reçel de. Çokokremi sürmem biraz zaman aldı. Gece yarısı tuvalete gidip, ses çıkmasın diye sıçtığını tekrar çişiyle temizlemeye çalışan ben, sokağa istediğim zaman çıkıp, istediğim kadar gezebiliyordum artık.
Babamdan ne ses var, ne de soluk.