0
Herhangi bir lakabı yoktu babamın. Varsa da ben bilmiyorum. Dedem yıllar önce bir köy düğününde ölmüş. Kaza kurşunu diyorlar. Konu çok uzamıyor. Bana benzermiş burnu, kulakları. Babaannem de, dedemin ölümünden sonra bir süre yalnız yaşamış. Malum, o zamanlar dul bir kadının çocuğuyla bir başına kalması, milleti bir süre sonra rahatsız edermiş. Öyle dediler. Babaanneme de öyle demiş olmaları gerek ki, kadın ikinci evliliğini yapmış. Ondan da bir çocuğu olunca, babamı istememiş yeni koca. Babaannem de babamı, dedemin erkek kardeşine vermek zorunda kalmış. On yaşında ailesi dağılmış olan babamın yeni ailesi, amcası ve amcamın ailesi olmuş. On yıllık bir hayat, şuracıkta altı-yedi satır yer kaplaması kadar kısa geçmiş olmalı ki, bundan ötesini bilmiyorum.
Babam, bildim bileli aynı kilodaydı. Ne zayıf ne toplu, ortadaydı. Yemese de olur, buyur edilince de afiyet olsun diyecek kadar kibar, diretilince mecbur oturmak zorunda kalandı. Boyu da kilosu gibiydi. Ortada. Siyah saçlı ve siyah gözlüydü. Esmerdi. Dış görünüşündeki orta hali, içinin yansımasıydı sanki. Çok komik biri değildi, asık suratlı da değildi. Normaldi. Gerektiği yerde güler, güldürürdü. Sanki güldürmesi için gerekli bir şey var. Yok, ama güldürürdü. Bu da, sanki onun güldürmesi için gerekli bir ortam olmalıymış gibi bir his oluştururdu. Çelimsiz değildi. Aksine, çevikti. Çocukluğunda yaşadığı köydeki futbol kulübünde kalecilik yapmıştı. Kalecilik, ailesinden kopunca orada kalmıştı. Kalecilik, ona biraz çeviklik katmıştı belli ki. Futbolu sevmesinin sonucu koyu bir Galatasaraylıydı. Normalden hızlı konuşurdu. Bu da onun konuşurken başka şeyler düşündüğünün bir göstergesiydi sanırım. Çünkü konuşma uzadıkça, konu farklı yerlere gidebiliyordu kimi zaman.