0
henüz yeni taşınmıştık. istanbul’un en ücra köşelerindeydi bu taşındığımız yer. apaçilerin mesken edindiği yerdi. fakat her şeye rağmen insanları sıcaktı. yeni gelmiş birine bile kırk yıldır muhabbetleri varmış gibi davranıyorlardı. her gece silah sesleri patlar, polis bile girmekte zorlanırdı oraya. semti değiştirmek adına yeni, lüks bir site yapılmıştı. lüksüne rağmen ucuzdu, çünkü yer kötüydü. babam da her klagib türk babası gibi olduğundan hemen daireleri, gelir ve giderleri hesaplayıp ‘’iyi paraymış lan.’’ deyip hemen başvuru yaptı evi almak için. o sıralar hayatı o kadar boşvermiştim ki evi görmeye bile gitmedim. taşındık, taşınmaz olaydık. taşındığımız gün çevreyi keşfetmeye başladım. yerlerde ismail yk yazıları, duvarlarda sprey boyayla grafiti çakması yazılar vardı. bir gece bıyıklı, kurtlar vadisi t-shirtlü bıyıklı bir kızın duvara gamalı haç bile çizdiğini gördüm. bakkala gittim, dergi alacaktım. girer girmez bakkalın ‘’american history x’’ filmini izlediğini gördüm, içimden ‘’vay dıbınakii, bakkalından bile kültür fışkırıyor.’’ dedim. tam da edward norton’a tecavüz edilen sahne girmişti araya. bakkalın arkadaşına ‘’zütü tertemizmiş bunu biz okuturuz aşağı mahallede.’’ demesiyle yıkılmam bir oldu. yıllardır hayranı olduğum edward norton’dan tiksindim, hemen bir mail attım kendisine, ‘’abi’’ dedim, ‘’sakın buralara gelme, geldiğin gün zütü başı dağıtırsın, seni 20 liraya okuturlar şerefsizim, kamyoncusundan tut tinercisine kadar alayı giber seni.’’ dedim. maili türkçe yazdığımdan olacak ki geri dönmedi bana. sen bilirsin edward, benden günah gitti. bakkala dönüp ‘’mizah dergisi var mı?’’ diye sordum, ‘’hemen arkanda ki yerde olacak birkaç tane dedi. arkamı dönüp karıştırdım dergileri, 2007 yılından kalma tozlu dergiler vardı, bir kez daha yıkıldım. eve dönerken siteden güzel denilebilecek bir bayanın golden cinsi köpeğini son model eşofmanlarıyla gezdirdiğini gördüm. buraya kadar bir gariplik yok, gariplik; kadın köpeğini gezdirirken eli gibinde kot pantolununu dizine kadar çekmiş ve atletle kadını ‘’mehhh, gibilir.’’ diyen kırtasiyeci ve kankalarından başlıyordu. sitenin kurulmasıyla mahallede tam bir kültür çatışması olmuştu. eve döndüm, yemek kalmamıştı. hemen fastfood şirketlerinden birini aradım. bulunduğum yeri sordular, söyledim. ‘’o bölgeye sipariş getiremiyoruz.’’ diyerek kapattılar. pekekent, istanbul’da yüzlerce şuben var buraya mı getirmiyorsun diyerek kızdım. içimden. sonra farklı bir fastfood şirketini arayınca aynı cevabı aldım. aklımda ‘’trink’’ diye ampül yandı. o mahalleye, mahallede oturmayanları sokmuyorlar, fastfood şirketi dahil. son şansımı denedim ve siparişi başka bir yerden istedim, ‘’30 dakika içinde siparişiniz gelecektir.’’ cevabını alınca zütüm başım oynadı mutluluktan. 20 dakika içinde geldiler, alnından öpesim geldi kuryeciyi. ücret 14.75 tutmuştu. 15 lirayı uzattım. düşük miktarlı para isteme olayı dünyanın en stresli işidir. üstü kalsın desen ‘’25 kuruş bahşiş bırakıyor havan kime godoş.’’ deme korkusuyla ‘’25 kuruş için bekliyor lan ahahah dıbınakoduğum seni.’’ deme korkusuyla arada gidip gelirsiniz. en sonunda ilk durum daha cazip geldi ve ‘’üstü kalsın.’’ deyip yemeği yemeye koyuldum. birkaç gün sonra yine bir gece gibko işlerle uğraşırken odamda ki arıyı yine gördüm. buranın böcekleri de bir garip, ben hayatımda böyle büyük arı görmedim arkadaş. ‘’olum bak neslin tükeniyor diye kıyıp seni terlikle kovalamıyorum, akıllı ol cam sonuna kadar açık çık git evden lan. her gece acaba sokar mı korkunla yaşamaktan bıktım, canıma tak etti. evi kendine mesken edindin, evin bir bireyi oldun adeta. utanmasan annemden kahvaltılık isteyeceksin şerefsiz.’’ diyerek kışkış yaptım, gitmedi. yaklaşık bir haftadır odamda, kanka olduk, bi derdim olursa falan gidip ona anlatıyorum, o da anladığını belli etmek için kanatlarını çırpıyor. dertlenince sigaradan bi fırt çekiyor, vızz vızz diye bana bir şeyler anlatıyor ama anlamıyorum. üzülmesin diye anladığımı belli etmek için gözlerimi kırpıştırıyorum. bir gün ölürse falan mezar yapıcam eve, helva hazırlayacağım, mevlütünü yapacağım