+1
ben - hey meg. nasılsın? beni aramışsın gitmedin mi sen?
megan - hayır gitmedim. ne diyeceğim, ikimiz de new york'a gidiyoruz, benimle beraber gelmek ister misin, yolda hem sıkılmam, hem de arabayı dönüşümlü olarak kullanırız.
nutkum tutuldu. bu neye benzer biliyor musunuz? şöyle anlatayım; durup dururken megan fox'un sizi arayıp beraber yolculuğa çıkalım demesine. imkansız geliyor değil mi? imkansızdı zaten, yani o ana kadar imkansızdı. tanışmak, muhabbet etmek? evet bir yere kadar hayal edebileceğiniz bir şey ki ben ondan bir tak anlamamıştım bile. ama beraber bir şey yapmayı teklif etmesi? hala imkansız geliyor. yani sonuçta sıradan insanlarız, ancak sinemada görebileceğimiz ulaşılmaz gelen bir insanla bir rıfat, bir barbaros'muş gibi yolculuğa çıkmak mantık sınırlarımı zorluyor.
ben - kuzenimle konuşup 10 dakika sonra seni aramama ne dersin?
megan - tamam bekliyorum.
kuzene durumu anlattım, gitmezsen hakkımı helal etmem dedi. ulan sanki hakkını helal etmezsen gitmeyecem. aradım megan'ı. eşyalarımı toplamam lazım, gel beni broadway'den al, sonra basar gideriz dedim. tamam dedi, 15 dakika sonra da geldi. aradı geldim diye, ben de dondurma aldım hem kendime hem buna. gittim yanına.
bmw'si vardı. bu amerikalılar'da bmw ve mercedes takıntısı var herhalde. parayı bulan hemen alıyor. ford mustang gibi benim hastası olduğum arabayı da anca ameleler kullanıyor. mantık baştan yanlış. ama araba da kız gibiydi hakkını yememek lazım.
dondurmayı verdim buna, mutlu oldu. teşekkür etti. yetmezmiş gibi yüzüme güldü. üstüne yeşil bir bluz giymişti, altında da çiçekli uzun bir etek. ev yakındı zaten, eşyalarım da hemen hemen hazır gibiydi. salona geçti bu dondurmayı yiyiyor. ufak bir teyp vardı salonda, led zeppelin'in mothership'i vardı içinde de. o sıralarda bu şarkıya takmışım, 11. şarkıyı açmasını istedim ikinci cd'de. açtı.
devam edecek...