az evvel ekşide görüp beğendiğim bir entryi siz öykü sever panpuşlarımla paylaşasım geldi entry yazar
* izinlidir. kopirayt hesabı.
--
spoiler--
hayatın gerçeğidir, bana da bir anımı hatırlattı hemen. şehirde sevgiliydik. iyi davranma zorunluluğum vardı, çünkü sevgiliydik. o bana vücudunu açıyordu, ben de karşılık olarak çiçekler, böcekler veriyordum; bak uğur böceği var şurada hadi yakalayalım diyordum. gel gelelim içim kanıyordu. sağlam bir çelme takıp dudağına çiş sürmek istediğim bir kıza kalkıp çiçek veriyordum. gamzesiz yanaklarını gere gere gülümsüyordu. bazı günler pörsümüş vajinasında gidip geliyordum, o sırada hep içimden salyamı suratına akıtmak geliyordu. ta ki bir yat kiralayıp okyanusa açılana kadar. sonunda, tüm içimi dökebilecektim. sonunda gerçeği yüzüne söylediğim bir kişi o an yanımdan ayrılma lüksüne sahip olmayacaktı. sonunda sırf yalnız kalmamak için katlanmayacak ve katlandırmayacaktım. 1 haftalık açık deniz planı yapmıştık.
nihayet gerekli yiyecek, içecek, film stoklayıp hayalimizi gerçekleştirmek üzere okyanusa doğru açılmıştık. planım için yanımda gizlice bir darbuka getirmiştim. sonunda bu kız neyi hak ediyorsa onu yapabilecektim. sırf şehirde bir sürü seçeneği var diye beni iyi davranmaya zorlamasına sonunda nefretle cevap verebilecektim. 1. günün gecesinde, yani yakamoz dalgalar üstünde nefes alırken okyanusun ortasına geldiğimiz günde darbukamı çıkardım. çat pat öğreniştim bir şeyler. çalmaya başladım. bu da hemen belirdi kamaranın kapısında. üstünde omuzları fırfırlı siyah bir elbise vardı. makyaj yapmıştı. o halini görünce, biricik teknem kızılderili bir su aygırı tarafından istila edilmiş gibi ürpermiştim. sanki kokoş bir fok, sırf midemi bulandırmak için antarktika'lardan kopup sürünerek tekneme çıkmıştı.
o konuşmaya başlamadan içimden dedim ki
darbuka mı o ve beklediğim gibi yankı yaptı;
darbuka mı o ?
evet, darbuka
gülümseyerek
ne darbukası yahu ? nerden çıktı ?
öff valla delirecektim şu söylediğini ilk duyduğumda. ama sükunetimi korudum. korudum korumasına da darbukayı izleyen gözlerine bakarken içim yavaş yavaş hararetleniyordu. darbukaya ve o türden her alete bir siniri vardı. kendi görüşüne bi de esprili bi deyim bulmuştu
zurna değil, ney nefret ediyordu zurnalardan ve darbukalardan. kemanı çok seviyordu. sakin müziklere bayılırdı. sevdiği müzikleri dinlediği sıralarda ben de kahve yapmak zorunda kalırdım. çünkü kendimi böyle tanıtmış ve onu yalnızca böyle biri olarak öpebilme şansına erişmiştim. neyse ben darbukaya bir iki vurdum tekrardan. kızcağız darbukaya yarı gülerek yarı meraklı bakıyordu.
sana yine geldiler dimi ? dedi, kahkaha attı, gülmemi bekledi. bense gülmek yerine bir hışımla yerimden kalkıp içeri gittim. yolun yarısında gizlice kopardığım dümeni gösterecektim. ve elimle sökülmüş dümenle güverteye çıktım.
1 haftaya kadar tamir etmeyeceğim, telefonlarımızı da bıraktık, ya katlanırsın bana ya yalnız kalırsın okyanusun ortasında dedim. bunun birden suratı asıldı, elimdeki dümene baktı.
naptın yahu sen ? noluyor utku ? dedi.
yahu demeyi öğrendiğin gün yaşamdaki tüm çiçekler soldu, bacaklarını yalamak için bile katlanamıyorum şu yahu demelerine
baktım gülüşüyle ayrılan dudakları ağzının boşluğunu tekrar doldurmuş. içimi tatminlik hissi kapladı. öyle kuyu gibi, yuvarlak, dar dudakları vardı. sigaramı zippomla yakıp suratına dumanımı üfledim;
''edith piaf'ı gibiyim
dedim
resmen şoke olmuştu. ikinci dumanı yüzüne üfleyip devam ettim;
en büyük müslüm baba
koşa koşa geriye döndü. çantasını karıştırıyordu. eminim telefonunu arıyordu o sırada.
geride bıraktık benim salağım, geride. almadık telefonları. sen söyledin. yalnızlık ve doğa dedin
bi dönüşü vardı bana doğru hahaha. sinirli taklidi yaparak dönmüştü. ama kafasını sırf saçları savrulsun diye sertçe bana çevirmişti. bu harekete deli gibi uyuz olmuştum. film çevirmiyorduk burada.
bana verdiğin filmlerin üstüne attırdım, sinirlenebilirsin
diye tiradıma devam ettim.hepsi dandik filmlerdi. nasıl seveceğimi düşündün ki ? içimden bu kızın ta zevkini gibiyim diyordum sen bana filmleri uzatırken bile
alçak!
diye bağırdı. göğsüme sert sert yumruklarını indiriyordu. bense yumruklara aldırmadanülkü ocaklarına kayıtlıyım. ülkü ocaklarına kayıtlıydım. senle tanıştığımızda da ülkü ocaklarına kayıtlıydım
diyordumsenin tıpkı bir saray kızına benzediğini söylediğim gün aklımda ay yıldızlı bayrak vardı
bu olaydan 5 gün sonra dümeni tamir etmiştim, 1 hafta geçmişti, konuşmuyorduk; o süre boyunca da hiç konuşmamıştık. istikameti kıyıya çevirmiştim. ben her gün darbuka çalmıştım küs günlerde, o da kulaklık takıp beni duymamaya çalışmıştı.
işte tatilimiz bitti. kızcağız kıyıya yaklaştığımızda timsahtan kaçan antilop hareketiyle iskeleye zıpladı. neredeyse kusacaktım lömbür löbürlüğüne. babetinin teki de denize düşmüştü. o an benden yalpalayarak kaçışını izlerkenbabetin düştü belgesel gülü, bi daha film çekmeden önce iki kez düşün
diye bağırmadan edememiştim.
merak edenlereyse, o babeti aldım denizden.yalnız kalmamak için bir insana katlanma
hatasına bir daha düşmeyeyim diye saklıyorum o babeti. ne zaman birinehey, selam'' yazmaya yeltensem, odamın tepesine çiviyle çaktığım bu babete bakıp yalnızlığımın tadını çıkarıyorum.
--
spoiler--