+6
-1
beyler peşin söyliyim bu bana ait değil ama başlığa uygun diye paylaşıyorum. muallaklik etmeyin biraz uzun ama çok komik okuyun.
internetin şimdiki gibi yaygın olmadığı, en ufak erotik derginin bile bulunmasının imkansız olduğu yıllar... Ortaokuldayım. O dönem ferreyla ilgili içeriklere sahip olmak gerçek bir saygınlık gerekçesi, adeta statü belirtisiydi. Bizim dönemimizin en saygın kişisi ise "Sinan"dı. Çocuk, koca sınıfı, hatta okulu şimdi gitsem fellik fellik arasam o kalitede bulamayacağım ferre dergiye boğmuştu. ilk başlarda arkadaşımız olduğu için dergileri hediye eden, al sende kalsın diyen Sinan, cd dönemiyle birlikte işi ticarete dökmeye başlamıştı. ikiye alıp dörde, üçe alıp altıya, dörde alıp eşşeğingibine satıyordu. Çantasında ferre dergi ve cdler için bölmesi bile vardı. Sinan adeta çıldırmıştı. Ceketine cd koyup "gençler cd lazım mı" diye sormaya başlayacak seviyeye gelmişti. Bu egemenliğe son verme zamanı gelmişti. Ekibimi kurdum ve planıma koyuldum.
Sinan'ın ferre cdleri Tahtakale'den aldığı bilgisi kulağıma gelmişti. işyerimiz Tahtakale'de olduğundan bir sabah babamla birlikte dükkana gitmem yeterli olacaktı.
-Baba yarın ben de senle gelebilir miyim dükkana. Hem yarın tatil.
-Gel oğlum da napcaksın orda. Sıkılırsın akşama kadar.
-Tolga'yla Koray da gelecek. Sıkılmam. Koray forma alcakmış, gezeriz.
-Okey my son.
Cevabını aldıktan sonra anlam veremesem de planımın kusursuzluğunun farkındaydım. Odama gidip birkaç dakika kötü adam gülüşü yapıp, bir müddet de ellerimi sıvazladıktan sonra ekip arkadaşlarıma haber verdim. Pek bi ruhsuz olduklarından onlara da kötü adam gülüşü yapıp ellerini sıvazlamalarını, bunun bir ritüel olduğundan bahsettim.
Sabah olmuştu. Tahtakale'deydik. Korsan her şeyin, çeşit çeşit sahte cinsel güç haplarının, ferreların, şambrelden bozma prezervatiflerin mabedi Tahtakale... Las Vegas'a gitmiş üç aval gibi büyülenmiş şekilde curcunayı izliyorduk. "cd var cd var" sesleri, "24 saat kesintisiz ereksiyon abi" seslerine karışıyordu. Kalabalığa karışıp cdcilerin önünden geçmeye başladık. Her biri bizi baştan çıkarmaya çalışan fahişeler gibiydi. Ve bizi etkilemek için kullandıkları kelimeler 4 aşağı 6 yukarı aynıydı: zencili, japon, hayvanlı... Bir cdcide karar kıldık ve en çekingen, konuya uzak halimizle konuşmaya başladık:
-Abi film alcaktık da biz.
-Gençler çok süper filmler var. Hepsi yeni geldi. inanmazsın sincap karıyı düdüklüyo.
-Biz daha çok insanlı film arıyoduk.
-Gelin benle.
-Nereye gelelim abi. Buraya getir işte filmleri.
-Lan deterjan mı alıyosunuz. Sivil polis kaynıyo buralar. Gündüz gözü nereye getiriyorum. Takip edin beni.
Polis lafını duyduktan sonra az biraz gerilim alsak da kararlıydık ve tırstığımızı ne onlara ne birbirimize belli ediyorduk. Bir hanın içine girdik. Sağdan bir yerden bir poşet yahut koli çıkartıp bize hadi seçin diyecek sanıyorduk. Bir kat merdiven çıktık. iki, üç, dört... Dörtte durduk bi odaya girip birine bir şeyler söyledi ve konuştuğu kişi de bize katıldı. Beş derken altıncı katta, yani çatı katında durduk. Sıfır abartıyla söylüyorum: Yarım kapı, yarım kapılı bir yerin önündeydik. Kapının yalnızca alt tarafı açılıyordu. içeri eğilerek girdik. Kapı ardımızdan iki kez kilitlendi. Artık ne denli tırstığımız google earth'ten bile görülecek seviyeye gelmişti. Hepimizin adı Yusuf'tu.
Küçücük, basık, küf kokan bir odanın içindeydik. Odanın tam ortasında yalnızca bir masa, 3 "kafa-dar" ve 2 cdci... Şöyle bir huyum vardır: ne zaman nerede olursam olayım, orada olabilecek her şeyi düşünür(doğal afet, hırsız dalması, kamyon girmesi v.b.) herkesi sıfır hasarla o konumdan çıkarabilcek bir çözüm bulurum kafamda. Kendimi bildim bileli var bu. Bir orangutan zütü büyüklüğündeki kırık camı gözüme kestirdim. Aklıma gelen en müthiş çözüm: "Abi gibcekseniz Tolga'dan başlayın, yumurta gibi çocuk"tu. Gerilim hat safhadaydı. Arkadaşlarım sinek vızıltısı şeklinde sürekli olarak "senin mını ırzını gibim, senin yüzünden düştük buraya, mınakodumunun" diyorlardı. Bense içimden "bunlar bizi şimdi giber, kameraya kaydeder, sonra da bize satarlar" diye düşünüyordum. Masanın iki gözünden poşetler dolusu cd çıkarıldı ve masanın üzerine yığıldı.
-Seçin. (adamın krallığındaydık ve bize emretme hakkına sahipti)
-Hımm, evet bunu alalım, bi bu, bi tane de bu. bu kadar yeterli. (rahat davranmaya çalışıyorduk ama korkudan elimiz ayağımız boşalmıştı. ve bu gerçekten çok erken bir boşalmaydı)
-Daha da seçin. (yarabbim nasıl bir yere düşmüştük biz. tepemizde iki adam bize emir vererek ferre cd seçtiriyordu)
-Koraycım sen de seç. Tolga sen de bunlardan al biraz (iyice yavşak olmuştum. abi ben alıyorum, arkadaşlar almıyor mesajı veriyordum)
-Sen şunları al, sen de şunları, al sen de şunlar. Fiyatı da şu. Yeter Bu kadar.
Dedikten sonra emrettiği gibi cdleri alıp, 6 katlı hanı 20 saniye gibi bir sürede inmiştik. Hanın önündeydik. Elimizde tam 45 adet cd vardı. Tezgah açıp cd olayına girenlerin bu işi nasıl bulaştıklarını daha iyi anlıyordum. Teselli ödüllerimiz: Okulda başkalarına iteleriz, takas yaparız, negzel arşivimiz oldu gibisinden şeylerdi. Bi dünya cdyle, onca gerilime rağmen akşam saatine kadar kıpır kıpır dükkanın içinde dolandıktan sonra evlere gidip ilk işimiz cdleri denemek oldu.
Cdnin birini takıyorum, makine cıvızıt diye bir ses çıkarıp okumuyordu. Ötekini takıyorum, saatlerce boş boş dönüyordu. Bi öteki hiç ses çıkarmıyordu. 15 cdnin içinden iki tanesi çalıştı. içlerinden birinde Atıf Yılmaz'ın "Nihavend Mucize" isimli filmi. Ötekisi ise "Mickey Mouse"tı. ferre filmlere neden mikili film denildiğinin de cevabını bulmuştum. 1 gün içinde resmen aydınlanma çağı yaşıyordum. Ben eski ben değildim. Mickey Mouse filmini vcd player'a koydum. Türkçe bile değildi. Kulağını gibtiğimin hayvanı dedim kapadım.
Telefon çaldı. Arayan Sinan'dı. Aldığımız filmlerin içinden neler çıktığını sağolsun arkadaşlarım sayesinde duymuştu. Kötü adam gülüşü yaptı. Bir sıvaz sesi duyuyordum. Zannedersem elleriydi.
Tümünü Göster