0
Daha yüksek derecede gelişmiş canlılarda, sözgelimi yosun hayvanlarında, iplikkurtlarında ve tekerlekli-kurtlarda, sıvılar ilkel orta boşluk (psödosölom) içinde, genellikle beden hareketleriyle hareket ettirilir. Bazı ilkel yumuşakçalarda, orta boşluk, gerçek kalbin bir ön taslağı sayılabilecek kalp zarı boşluğu olarak işlev görür. Bu boşluk kanallar aracılığıyla üreme bezlerine ve böbreklere bağlıdır.
tanımlanabilir. Bununla birlikte, söz konusu denklem, akışkanın Newton tanımına uyan gerçek bir akışkan olduğunu kabul eder; oysa kan böyle bir akışkan değildir; denklem aynı zamanda boruların katı olduğunu varsayar; oysa kan damarlarının çeperleri katı değildir; ayrıca denklem akışkanın ağdalılığının değişmez olduğunu kabul eder; oysa kanın ağdalılığı değişmez değildir. Gene de, kan akışının denetimi konusunda yaklaşık da olsa bilgi edinmek bakımından, Poiseuiile denklemi yararlıdır. Kanın büyük ve orta büyüklükteki akışı, nabızla yansır. Nabız kılcaldamarların atardamar uçlarında söner ve zor farkedilecek bir duruma gelir. Fizyologlar, kan damarları içindeki akışı ve basınç vurusunun iletimini tanımlayan ayrıntılı kuramlar geliştirmişlerdir ve dirençli öğelerin, özellikle de atardamarcıkların etkisi çok iyi anlaşılmıştır.
Kan dolaşımının denetimi[değiştir | kaynağı değiştir]
Basınç-akış ilişkisi, kan dolaşımı denetiminin temelini oluşturur. Dolaşımın bütün denetimi, kalp kası ya da atardamarcık düz kası tarafından sağlanır. Kalp verimi, öncelikle kalp hızıyla, atardamar basıncı kalp verimiyle ve çevresel dirençle, yerel doku ağları içinden kanın akışıyla, atardamar kasılması ya da gevşemesiyle denetlenir.
Kalp kası ve dolaşım sisteminin düz kasları, beynin soğaniliğinde bulunan kalp damar merkezlerinden çıkan sinirler tarafından denetlenir.
Tarihçe[değiştir | kaynağı değiştir]
M.Ö. 4. yüzyılda, kalbin kapakçıkları Hippokrat okuluna bağlı bir hekim tarafından keşfedilmiştir. Fakat, kapakçıkların görevi o dönemlerde anlaşılamamıştır. Ölümden sonra, kan venlerde (toplardamar) toplandığından, arterler (atardamar) boş görünür. Bu nedenle antik anatomistler bu damarların hava ile dolu olduğunu düşünmüş ve bu damarların hava dağıtma görevine sahip olduğu kanısına varmışlardı.
Herofilus venler ile arterleri ayırsa da, nabzın doğrudan arterlerin bir özelliği olduğu düşünmüştür. Erasistratus yaşam sırasında kesildiklerinde arterlerin kanadığını gözlemlemiştir. Buradan da arterlerden kaçan (çıkan) havanın yerini kanın, venler ile arterler arasındaki küçük damarlar aracılığıyla, doldurduğunu düşünmüştür. Böylece kan akışını ters olarak düşünse de, ilk kez kılcal damar fikrini ortaya atmıştır.
M.S. 2. yüzyılda Yunan hekim Galen kan damarlarının kan taşıdığını bilmekteydi ve venöz (koyu kırmızı) ve arteriyel (açık kırmızı ve daha duru) kanı tanımlamış, görevlerinin farklı ve ayrı olduğunu belirtmişti. Büyüme ve enerji, karaciğerde kilüsten oluştuğuna inandığı venöz kanın özellikleriyken, arteriyel kan kalpten gelmekteydi ve hava içerdiği için canlılık vermekteydi. Kan oluştuğu (yaratıldığı/üretildiği) yerlerden vücudun tüm bölümlerine akar ve buralarda tüketilirdi. Kalbe veya karaciğere giden kanın geri dönüşü yoktu. Kalp kanı pompalamadığı gibi, kalbin hareketi diyastol sırasında kanı emmekteydi ve kan arterlerin (kendi) nabızları sayesinde hareket etmekteydi. Ayrıca, Galen arteriyel kanın, venöz kanın sol karıncıktan sağa 'gözenekler' yardımıyla geçmesi ve havanın da akciğerlerden pulmoner arter yoluyla kalbin sol tarafına geçmesi sonucu oluştuğunu düşünmekteydi. Arteriyel kan oluştuğu sırada 'isli' (duman rengi) buharların oluştuğunu ve bunların yine pulmoner arter yardımıyla, dışarı verilmesi için, akciğerlere geçtiğini de düşünmüştür.
Tümünü Göster