0
Postmodernizm kaynağı ne olursa olsun ( bu kaynak “sanayi sonrası” toplum, modernliğin en sonunda güvenilirliğini yitirmesi, kültürün metalaşması, canlı yeni politik güçlerin ortaya çıkması, toplum ve özne konusundaki belli klagib ideolojilerin çökmesi vb. olabilir), aynı zamanda ve esasen ya unutulmaya terk ettiği ya da gölgesiyle kapışmaya asla son vermediği bir politik fiyaskonun ürünüdür. Postmodernistlerin bu önermeyi alkışlar eşliğinde kabul etmelerini beklememek gerekir. Kendilerinin tarihsel bir fiyaskonun sonucu olduğunun bildirilmesinden hiç kimse hoşlanmaz. Bir kere, yeri geldiğinde tam tersini belirten itirazlar ne olursa olsun, postmodernizmin büyük bir bölümü, yüksek modernizmin kendisine kadar uzanır ki, bu da onu sırf 1960 sonrası bir fenomen olmaktan çıkaran bir şecereyle (hayat ağacı) donatır.
Postmodernizm punc rock’tan öte anlatıların ölümüne ve oradan Foucault hayranlarına kadar her şeyi kapsıyorsa eğer, tek başına herhangi bir açıklayıcı şemanın, bunun gibi tuhaflık derecesinde heterojen bir kendiliğin hakkını nasıl olup da verebileceğini anlamak zor. Bu mahluk bu denli çeşitlilik arz ediyorsa, nasıl olur da Peru’dan yana ya da Peru karşıtı olabileceğimizden daha fazla postmodernizm yanlısı ya da karşıtı olabiliriz ki?
Bugün, hemen her cephesiyle varoluşumuzu belirleyen –bazen sözcüğün tam anlamıyla belirleyen- kendi aralarındaki yıkıcı çatışmalarla birlikte ulusların kaderlerini büyük ölçüde tayin eden ve bizzat gündelik hayatımızın rengi olan iktidar karşısında kayıtsız ya da mahcubane sessizliğini koruyan maskaralaşmış bir kültürel sol ile karşı karşıya kaldık. Karşımızda öyle bir manzara var ki, sanki, başka her türlü baskıcı sistem biçimini (devlet, medya, erkek egemenliği, ırkçılık, yeni sömürgecilik) tartışmak, genellikle tüm bu sorunların uzun vadedeki gündemini oluşturan ya da en azından bunların köklerine kadar inen sistemleri tartışmamak koşuluyla mubah sayılıyor gibi. Postmodernizm, Ötekine açık olmakla o denli övünmesine rağmen, karşı çıktığı ortodoksiler kadar dışlayıcı ve sansürcü olabilir pekala. Sözgelimi, genelde insan kültüründen söz edilir ama sınıf konuşulmaz, beden ele alınır ama biyoloji alınmaz, hazza değinilir ama adalete değinilmez, post sömürgecilik konu edilir ama küçük burjuvazi edilmez.
Postmodernizm, kurumları yöneten uzlaşımları ortaya sererek, kurumların değiştirilmesi en zor biçimde doğallaştırılmış olanlarının bile gizemlerini bozdu ve böylelikle, nasılsa tüm uzlaşımlar keyfi olduklarından Özgür Dünya’nın uzlaşımlarına da pekala uyum sağlayabileceğini belirten bir tür yeni Sofizme balıklama daldı zaman zaman. Toplumsal söylemin tümünün kör ve belirlenmemiş olduğunu “gerçek”in kararlaştırılamaz olduğunu, ürkek bir reformizm dışındaki tüm eylemlerin kişinin denetiminin ötesinde tehlikeli biçimde dallanıp budaklanacağını, her şeyden önce bunun gibi eylemlere girişmeye yetecek ölçüde tutunumlu özneler olmadığını, ortada her halükarda değiştirilmesi gereken total bir sistem olmadığını, muhalif gibi görünen herhangi bir konumun iktidarın hileleri tarafından çoktan çelinip saptırılmış olduğunu ve dünyanın hiç de tikel bir tarz arz etmediğini (dünyayı, bunu önerebilecek kadar olsun bildiğimizi varsaymak koşuluyla) çok daha şaşaalı biçimde savunmak dururken, kim kalkıp da sol-kanat düşüncenin ayrıntılı bir eleştirisine girişmeye ihtiyaç duyar ki?
Tümünü Göster