+15
24 ncü hayatımı anlatıyorum.
çamurdan yapılmış bir mevzinin içindeyiz.
makineli tüfek az önce susmuş.
derinden burnunu çekiyor bir asker. belli ki ağlıyor.
gözlerimde karıncalanma, kulağımda gün boyunca patlayan bombaların pası, isi, uğursuzluğu...
böyle zamanlarda nasıl öleceğini merak ediyor insan. neresinden, neyle vurulacağını merak ediyor, acı çekip çekmeyeceğini merak ediyor.
çimen kokusu vardı buraya ilk geldiğimizde halbuki. yaz bitiyordu. denizde balık hissediyorduk. tutanlarımız olmuştu.
şimdi ise zift ve ceset kokuyor. ( kaç gündür şu genç adam orada yatıyor da gidip alamıyoruz cesedini. )
burası onların yurdu, ya senin ? demişti bir subay arkadaşım. cevap verememiştim. çok sordum kendime bu soruyu. üstelik sormamam emredilmişken.
bekliyorduk... tek bir mermi, tek bir el bombası geriye çekilmemize veya ileriye hücum etmemize neden olacaktı. hangisini yapacağımıza ise ben karar verecektim. o kadar zordu ki yıllarca eğitimini aldığım halde birilerini ölüme itmek.
askeri okuldayken tek bir kırışık uğruna ceza yediğim üniformam çamur ve kan içerisindeydi. ne yazık !!!
tören kıyafetleriyle savaşmaya gidilmiyorsa, neden giydirilir ki askerlere o şatafatlı elbiseler. ne saçma !!!
şatafatımızı ve ümidimizi kaybetmiştik.
uykumuzu çoktan yitirmiş, açlıktan kendi midemizi sindirmiştik.
berbat bir haldeydik.
ç a n a k k a l e' d e y d i k
küçücük göğüsleri avucumun içini doldurmayan kadınımı geride bırakıp gelmiştim.
güneşin boynunu gümüş ışıltılarla süslemeye can attığı atımı bırakıp gelmiştim.
londra'nın ve banliyölerinin güzel biralarını, selülitli fahişelerini geride bırakıp gelmiştim
sırf onlar bizi bu boğazdan geçirmeyi reddediyorlar diye, sırf kraliçenin menfaatleri bunu gerektiriyor diye, sırf o patlıcan burunlu osurukçu churchill'in planları böyle diye gelmiştim.
evet, bir ingiliz subayıydım ben.
hangi maaş, hangi vaat, hangi rüşvet getirebilirdi ki bir insanı bu yapışkan çukurun içine.
üstelik kendi evinden çok ama çok uzaklara... üstelik başkasının topraklarına...
olan olmuştu.
ya onurumuzla ölecektik, ya geriye manevra yaparken ölecektik.
tarih yazacaksa kahraman (!) diye yazsındı...
hücum emri verdim.
yanımdakiler göz ucuyla baktılar çektiğim revolverime.
emirdi... demiri kesecekti...
biraz patinaj çekti bazıları.
türkler nişancıydı. savundukları vatanlarıydı.
daha mevziden çıkmadan vurdular bir kaçımızı... kaşımızdan, gözümüzden, boynumuzdan...
ölmek daha bir kolaydı, kabullenilebilirdi, vuranın haklılığı düşünüldüğünde...
peki ya gençliğimiz,
peki ya geleceklerimiz,
daha yola çıkarken yitirmiştik sanırım.
omzumdan vurdular önce... sonra yanı başımda patlayan bir bomba kopardı bacağımın tekini, kalçadan aşağı...
ölmedim o an... sırtüstü yatıyordum... gökyüzü dönüyordu, evren genişliyordu, ben de bir parçasıydım... sonra yumdum gözlerimi... ağzımda çamur ve tahta parçaları vardı...
gözlerimi açtığımda bir elim karyolaya kelepçeliydi... etrafımda beyazlar giyinmiş kadınlar vardı... göğüslerinde kırmızı bir hilal vardı... bana su ve acı ilaç içirdiler... düşmanın elindeydim... bir türk subayı geldi başucuma... birşeyler söyledi ingilizce... gariptir... hala o an ingilizce ne konuştuklarını anlayamıyorum ama türkçe konuştuklarını hatırlayabiliyorum... "dayanabilir mi" dedi türk subayı... hemşire "sanmam miralayım" dedi...
sarı saçlı bir subaydı... bir eli belindeki tabancada, diğer eli üniformasının üstten ikinci düğmesini okşuyordu.
elindeki kırık kostaklı saate baktı bir süre... ben boynumu çeviremiyordum, sadece gözlerimle takip ediyordum onu.
aynı beyazlı adam geldi sarışın subayın yanına. bir süre birşeyler konuştular. elini beyazlı adamın omzuna koydu, teselli eder gibi.
sarı saçlı, mavi gözlü bu subay bir süre daha çadırda kalsın, bana birşey sorsun istiyordum.
özür dilemek istiyordum.
ölmek istiyordum.
onun önünde ölerek özür dilemek istiyordum.
başka bir askerin başında daha durdu. döndü bir anda. başucuma geldi.
gülümsemek bile acı veriyordu bana. en azından tebessümümü görür de o da tebessüm eder diye umuyordum.
gözlerim kararmaya başladığında mavi gözleriyle içimdeki son bombanın pimini çekti miralay...
"keşke gelmeseydiniz çocuk" dedi.
Tümünü Göster