1. 1.
    0
    217. SHORT CUTS (Yön: ROBERT ALTMAN, 1993)

    22 ayrı karakter ve iç içe geçmiş 10 ayrı hikaye. sıradan insan hayatlarından zafer ve trajediler. büyük sinemacı altman, büyük öykücü carver’ın yapıtını görülmemiş ustalık ve benzersiz incelikle sinemaya tercüme ediyor. hollywood’un en prestijli oyuncularını bir araya getiren bu 3 saatlik başyapıt bitsin istemeyecek, bitince isyan edeceksiniz.

    218. CET OBSCUR OBJET DU DÉSIR (Yön: LUIS BUÑUEL, 1977)

    yaşlı bir erkeğin genç bir kadına duyduğu saplantı derecesinde arzu ve bu arzunun unutulmaz anatomisi. bunuel veda filminde babası olduğu sürrealizmin enstrümanlarını sonuna dek kullanıyor ve cevaptansa yeni sorular sorduruyor. sinemanın en büyük sürprizlerinden biriyle gelen film olağanüstü bir zeka ve mizah duygusu eşliğinde dimağımıza yerleşiyor.

    219. TYRANNOSAUR (Yön: PADDY CONSIDINE, 2011)

    öfke kontrolü olmayan bi adam. şiddetten mustarip azize gibi bi kadın. iki kaybedenin hazin hikayesi. aktör paddy considine’in ilk yönetmenlik denemesi, peter mullan ve olivia colman’ın da boğaza düğümlenen oyunculuk gösterisi.

    220. PICKPOCKET (Yön: ROBERT BRESSON, 1959)

    en büyük yaratıcılardan birinin sinema sanatının tüm olanaklarını kullandığı unutulmaz bir hikaye. insan doğasını en iyi kavramış yönetmenlerden şüphesiz bresson ve bir yankesiciyle düpedüz baş başa bırakıyor seyirciyi. tüm zamanların en iyi filmlerinden birine imza atarken, kendinden sonra gelecek nice yönetmeni derinden etkiliyor.

    221. THE BROOD (Yön: DAVID CRONENBERG, 1979)

    cronenberg’in teknik ve yaratıcı dehası su yüzüne çıkıp da ünlenmeden önce çektiği o deli filmlerden. ekstrem terapi tekniklerinden mutant çocukların yarattığı teröre, gizem üstüne gizem, insanda akıl fikir bırakmayan hikaye. body horror’un babasından gerçekten rahatsız edici bir şeyler izlemek ve tedirgin olmak isteyenler için mükemmel bir seçenek.

    222. IL GRIDO (Yön: MICHELANGELO ANTONIONI, 1957)

    çok sevildiğin insan tarafından bir anda sevilmez olmak üzerine yapılmış belki en can yakıcı film. antonioni’nin yabancılaşma kavrdıbını meşhur üçlemeden de önce didiklediği, onların gölgesinde kalsa da bir o kadar iyi işi.

    223. L’HOMME QUI AIMAIT LES FEMMES (Yön: FRANÇOIS TRUFFAUT, 1977)

    hayatta en çok kadınları sevmiş bir adam ve onu son yolculuğuna uğurlayan birbirinden güzel kadınlar. truffaut’dan karşı cinse büyük bir zaaf duyan ve hayatını bu uğurda harcayan bir adamın yarı komik yarı hüzünlü hikayesi. erkek milletini anlamaya ve anlatmaya çalışan, bunun için de kadın milletine incelikli bir bakış atan, değişik bir film.

    224. MR. SMITH GOES TO WASHINGTON (Yön: FRANK CAPRA, 1939)

    siyaset dünyasının çirkin yüzünü gözler önüne seren ve 75 yıldır eskimeyen bir frank capra harikası. james stewart’ın oynadığı saf ve dürüst bir genç yolsuzluktan geçilmeyen siyasetin ve yozlaşmış siyasetçilerin arasına düşer. söz hakkını kaptırmamak için 23 saat aralıksız konuşur, senatoyu felç eder. bu don kişotvari mücadele gözünüzden yaş getirir. bir tek mr. smith’le dünya değişir. dolayısıyla sırf yüzleri kızaracak mı diye görmek için bütün siyasilere izletmek gerekir.

    225. LOOKING FOR ERIC (Yön: KEN LOACH, 2009)

    sinemanın yanında futbol da sevenleri çıldırtacak bir film. hele serde eric cantona hayranlığı varsa. hayatı anlatan bu filmi izlemek ve sevmek için futbol delisi olmanın gerekmediğini belirtelim. ken loach’u ellerinden öpelim.

    226. SEUL CONTRE TOUS (Yön: GASPAR NOE, 1988)

    DiKKAT! DiKKAT! gaspar noe filmi öneriyorum! neredeyse aklımızı aldığı ilk filmi! DiKKAT! DiKKAT! başkahramanımız yaşaması için hiçbir sebep olmayan, nefes alıp vermekten başka bir işe yaramayan allahın cezası bir faşist. hayatta tiksinmediği, yok olsun istemediği hiçbir şey yok. kendi dahil. boğazınızdan zor geçecek bu film, uyarmadı demeyin. izledikten ve ilk tweet’teki DiKKAT! DiKKAT!’lerin sırrını öğrendikten sonra okumanız için… http://cemirique.tumblr.c...k-basina-seul-contre-tous

    227. LE NOTTI BIANCHE (Yön: LUCHINO VISCONTI, 1957)

    beyazperdenin gördüğü en iyi dostoyevski uyarlamalası ve hem içinize hem dışınıza akacak gözyaşları. vuslata erememe dendi mi eline kimsenin su dökemeyeceği visconti, sevmek ve sevilmek üzerine sinemasal bir şiir yazıyor. birbirinden muhteşem marcello ve maria, 60 yıl geriden, her şeyden çok sevilmek isteyen bugünün insanına selam gönderiyor. siz siz olun, başkasını seven birini sevmeyin.

    228. RUMBLE FISH (Yön: FRANCIS FORD COPPOLA, 1983)

    abisinin her daim gölgesinde kalan ve bir gün onun gibi efsane olmak isteyen bir serserinin hikayesi. coppola’nın en formda döneminden, kaç kez görseniz bıkmayacağınız, hep yeniden görmek isteyeceğiniz bir rüya gibi bu film. dönemin en yakışıklı iki ismi ve kalbinizi çalacak müthiş oyuncularla, duygudan duyguya koşacağınız bir üslup harikası.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster