171. DON’T LOOK NOW (Yön: NICOLAS ROEG, 1973)
benim bu yaşıma dek izlerken en gerildiğim şey korku filmiyle sanat sinemasının bu buluşması olabilir. pgibolojik derinliği olan bu dahiyane karakter draması, klişelere yaslanmadan korku türüne atılabilmiş nadir imzalardan. pozitif akıl ve batıl itikatların çarpıştığı filmin bir sürprizi de tarihin belki en yaratıcı, en tutkulu sevişme montajı.
172. HAPPINESS (Yön: TODD SOLONDZ, 1998)
bugün size nihayet happiness önereceğim. son 15 yılda yapılmış tüm filmler içinden en çok izlediğim. 100 kez görseniz bıkmayacağınız bu olay film, soap opera üslubunda çekilmiş kusursuz bir satir. bi eşi daha yok yemin ederim. toplum dediğimiz şeyin yapı taşı olan aile kurumundan başlayarak nasıl çöktüğünü anlatan film her anlamda altüst edecek sizi. rüya gibi bir kadro ve sinemanın tüm diğer enstrümanlarıyla katıla katıla güldürürken, dayak yemişten beter edecek. beter. bu da happiness üzerine düşüncelerim. dursun elinizin altında, izleyince okursunuz efendim.
http://cemirique.tumblr.c...968036/mutluluk-happiness
173. LE FEU FOLLET (Yön: LOUIS MALLE, 1963)
alkolizmi, topluma uyumlanamamayı ve intihar olgusunu en iyi anlatan film. perdeye yazılmış bir şiir. muhteşem maurice ronet’nin yaşamayı belki herkesten çok hak eden kahramanının hikayesi boğazınıza bir yumruk gibi oturacak. bu yeni dalga harikasının yeniden çevrimi olan oslo 31. august benim gibi size de dokunduysa görmeniz şart. nokta.
174. THE BREAKFAST CLUB (Yön: JOHN HUGHES, 1985)
tartışmasız tüm zamanların en başarılı lise filmi. 80’ler ruhunun aynası, gerçek bir kült klasiği. gençlik filmleri denince akla gelen ilk isim john hughes. bu da hughes’un kariyer filmi. cabası türün tüm yıldız isimleri. dünya üzerindeki tüm liselileri temsil eden beş efsane karakterin kimlik sorunu ve otoriteyle imtihanı. kezlerce izlenesi.
175. ADAM’S RIB (Yön: GEORGE CUKOR, 1949)
kadınlığı ve erkekliği en doğru tarifleyen filmlerden biri. hiper gerçekçi bir romantik komedi. mükemmel bir karı-koca birbirini öldürecek hale gelmiş bi başka karı-kocanın avukatlıklarını üstleniyor ve olaylar gelişiyor. birbirinden olağanüstü hepburn ve tracy’nin oyunculuğun kitabını yazdıkları film tarihin belki en bomba repliğiyle bitiyor! levent kırca, nevra serezli, şener şen, perran kutman’lı yerli versiyonunu bilirsiniz kesin. tabii bu film 10 kat daha komik.
176. IL CONFORMISTA (Yön: BERNARDO BERTOLUCCI, 1970)
faşizmin doğasına atılmış en keskin bakışlardan biri. az bilinse de tüm bertolucci’lerin en iyisi. dikkat isteyen parabolik kurgu son ana dek merakta bırakacak; bu arada sinema sanatının zirvelerinde dolaşacaksınız tabii. tüm zamanların en iyi filmleri soruşturulduğunda özellikle yönetmenlerin çok yukarılara koyduğu bir yapım olduğunu ekleyeyim.
177. LOVE STREAMS (Yön: JOHN CASSAVETES, 1984)
bağımsız sinemanın öz babasından; abi-kız kardeş iki tuhaf karakterin alışılmadık delirme hikayesi. aşk durdurulamaz bir ırmak mıdır? sonsuza dek akar mı sizce de? kalple beyin arasında mekik dokuyan film böyle soruyor işte.
178. PLANES, TRAINS & AUTOMOBILES (Yön: JOHN HUGHES, 1987)
şükran günü’nde evine ulaşmaktan başka bir şey istemeyen bir adam ve yollarda geçen çılgın bir macera. steve martin’in tek kelimeyle döktürdüğü bu kusursuz amerikan komedisi, bir buçuk saat boyunca katıla katıla gülme garantili.
179. SUNRISE: A SONG OF TWO HUMANS (Yön: F.W. MURNAU, 1927)
sadece yapıldığı dönemin değil tüm dönemlerin en iyilerinden, sessiz sinemanın büyük büyük başyapıtı. aşkın dönüştürücü gücüne büyüleyici bi bakış atan bu eşsiz murnau masalı, estetik açıdan en başarılı sessiz film muhtemelen.
180. DARLING (Yön: JOHN SCHLESINGER, 1965)
seven ama bağlanamayan bir kadın. ne hayatlar deniyor. hiçbiri yetmiyor. açgözlülük bedelini ödetiyor. komediden trajediye dönen yok oluş hikayesi. özgürlüğü fırsatçılık sanan kahramanıyla 40 yıl öncesinden bugüne bakıyor sanki. julie christie’nin oscar’lı oyununa dirk bogarde eşlik ediyor. iliklerinize işleyecek bir başyapıt, gizli bir hazine bu film.
181. THE FALLEN IDOL (Yön: CAROL REED, 1948)
ingiliz sinemasının büyük ustasından tek tanığı bir çocuk olan nefes kesici bir cinayet hikayesi. bir çocuğun gözünden müthiş bir maharetle anlatılan bu graham green uyarlamasının hitchcock’u epey kıskandırdığını ekleyeyim.
182. BEAU-PÈRE (Yön: BERTRAND BLIER, 1981)
üvey babasına aşık olan 14 yaşındaki marion tam bir blier kahramanı. hem masum hem baştan çıkarıcı. ozon yokken blier vardı. itinayla tabu yıkardı. burada da diyelim ki amerikan sinemasının asla dokunamayacağı bir şeyi yaptı. şoke etmekle değil anlamakla ilgileniyor blier ve pgibolojik açıdan en derinlikli filmlerden birine imza atıyor.
183. IL GRANDE SILENZIO (Yön: SERGIO CORBUCCI, 1968)
tarantino’nun en büyük takıntılarından django’nun yaratıcısı corbucci, western’i yapıbozuma uğratıyor. izleyeni avcunun içine alan müthiş atmosfer, nasıl yani dedirten, isyan ettiren inanılmaz finale dek bir an tavsamıyor. çoğunuzun üç renk: kırmızı’dan tanıdığı jean-louis trintignant, adeta tiksineceğiniz kinski’nin karşısında dev döktürüyor.
184. EL ESPÍRITU DE LA COLMENA (Yön: VÍCTOR ERICE, 1973)
soluk soluğa bi hikaye, nefes kesen bi aksiyon aramıyor, güzellik duygusuyla yıkansam kafi diyorsanız. frankenstein’ı izledikten sonra gerçekle fanteziyi ayırt edemez hale gelen yedi yaşında bir kız. kızınız olsun isteyeceğiniz. büyüleyici bir kırsal tasviri ve bütünüyle duygulara seslenen bir sinema ziyafeti. ispanyol sinemasının iftiharlarından.
185. THE VERDICT (Yön: SIDNEY LUMET, 1982)
paul newman’ın etkileyici karakter çalışmasıyla zihne kazınan, dört dörtlük bir mahkeme filmi. paranın karşısında hiçe sayılan insan hayatını savunan alkolik ve düşkün avukatın onur mücadelesi. adeta bir rocky filmi.