0
99. RADIO DAYS (Yön: WOODY ALLEN, 1987)
50’ye yakın woody allen filmi içerisinde manhattan ve annie hall’la birlikte en sevdiğim! radio days… en iyi toplama soundtrack’lerden birine sahip olan radio days, bizi radyonun altın çağına zütüren eşsiz bir nostalji filmi. diğer alametifarikası da allen’ın nasıl bir ortamda yetiştiğine dair en çok emare barındıran, otobiyografik bir eser olması. ben belki 30 kere izledim. şimdi olsa yine izlerim. radio days tıpkı muhsin bey gibi, duygusuyla yaşayan, ölümsüz bir film.
100. NAKED (Yön: MIKE LEIGH, 1993)
100. öneri özel bir şey olsun istiyor, ikinci 10’umdan bir mike leigh filmi öneriyorum; naked… 90’ların, ingiliz sinemasının, giderek tarihin büyük başyapıtlarından ve sinemanın yüzümüze aşk ettiği en okkalı tokatlardan. günümüz toplumunun hali pür melalini bir insan üzerinden kıyasıya sertlikte anlatan naked, sinema sanatının da gurur abidesi. johnny’nin bir monoloğu var ki sinema tarihinden tek bir monolog seçmem gerekse bunu seçebilirim… ne kadar çok kitap okursan oku, bu dünyada aklının almayacağı bi takluk illaki çıkar diyor johnny! tanışmanızı çok isterim…
101. INNOCENCE (Yön: LUCILE HADZIHALILOVIC, 2004)
ikinci sayfayı yakın tarihli bir filmle açıyoruz. lucile hadzihalilovic’in masumiyet freskiyle… gaspar noe’nin eşi olan hadzihalilovic, müthiş dili ve stiliyle olağanüstü bir sinema yapıyor, tarifsiz bir dünya yaratıyor. herkesin farklı şeyler duyacağı tatlı bi fısıltı sanki bu film. çocukluk çağına doğru çıkılan bi yolculuk. gidiş-dönüş tabii.
102. GUESS WHO’S COMING TO DINNER (Yön: STANLEY KRAMER, 1967)
poitier, tracy ve hepburn gibi üç oyunculuk abidesiyle, görüp görebileceğiniz en zevkli aile filmi… bir siyahla bir beyazın aşkını anlatan film, bireyle toplum arasındaki köprü olan aile kurumuna keskin bir bakış atıyor. toplumun onaylamayacağı bir ilişkiye icazet vererek çocuklarını tehlikeye mi atacaklar, defterlerini kendileri mi dürecekler? harika bir senaryo, bir an düşmeyen tempo ve rüya gibi performanslarla baştan sona içinde kalacaksınız bu filmin.
103. MA NUIT CHEZ MAUD (Yön: ERIC ROHMER, 1969)
ahlak kavrdıbına ve insan doğasına atılmış en incelikli bakışlardan biri. bir o kadar da lezzetli… kadın-erkek ilişkilerini ve yetişkinliği en iyi kavramış isimlerden eric rohmer’in şaheseri, yeni dalga’nın da bayrak filmi.
104. ORDINARY PEOPLE (Yön: ROBERT REDFORD, 1980)
robert redford ilk yönetmenliğinde turnayı gözünden vuruyor, unutulmaz bir aile drdıbına imza atıyor… raging bull’un elinden oscar’ı kapan bu film, bir trajediyle yaşayan ölülere dönüşen orta sınıf bir aileyi odak alıyor. bu neredeyse unutulmuş olan ziyadesiyle sarsıcı karakter draması, bir ailesi olan ve izleyen herkesin bir yerine dokunacak.
105. HAUTE TENSION (Yön: ALEXANDRE AJA, 2003)
pazar gününe mahsus, tıkır tıkır çalışan bir korku filmi. zeka dolu bir kan revan resitali…
106. DINER (Yön: BARRY LEVINSON, 1982)
1959 yılında geçen 1982 yapımı bir gençlik filmi. mükemmel kadro, nefis karakterler, harika senaryo… büyüme hikayelerine, zaman ve mekana tabi arkadaşlık öykülerine ilgi duyuyorsanız ve kıkır kıkır gülmek istiyorsanız…
107. HOW TO STEAL A MILLION (Yön: WILLIAM WYLER, 1966)
audrey hepburn, peter o’toole ve eli wallach gibi üç dev oyuncuyla, tarihin en romantik soygun filmi. gerilimse gerilim, mizahsa mizah, bir de üstüne erotizm. bir kez görüp 20 yıl sonra hatırlayacağınıza bahse girerim.
108. DO THE RIGHT THING (Yön: SPIKE LEE, 1989)
etnik kimlikler, tek tek hiçbiri kötü olmayan insanları nasıl canavara dönüştürüyor; buyurun efendim. şiddetin küçücük bi kıvılcıma baktığı, işlerin kaşla göz arasında kontrolden çıktığı dünyamızı nasıl da resmediyor spike lee.
109. LETTER FROM AN UNKNOWN WOMAN (Yön: MAX OPHÜLS, 1948)
bilinmeyen bir kadından gelen bir mektup. ziyan olmuş bir mutluluk. iyi melodram gibisi yok… sinemanın büyük zanaatkarlarından max ophüls’la romantizm zirvesi. kürk mantolu madonna’yı sevenler bu filmi de sevdi.
110. BODY HEAT (Yön: LAWRENCE KASDAN, 1981)
noir sevip de bu kusursuz filmi görmeyen var mı? bu tarihin belki de en erotik filmini?
111. TAMPOPO (Yön: JÛZÔ ITAMI, 1985)
yaşam sevinci gibi bir japon klasiği. yemek üzerine yapılmış en güzel filmlerden; nefis bi komedi…
112. OSLO, 31. AUGUST (Yön: JOACHIM TRIER, 2011)
dünya sinemasının en heyecan verici genç yönetmenlerinden joachim trier boğazımıza düğüm atıyor… yalnız ve naçar bir insanın kafasının içini bu kadar iyi anlatan bir film daha yok. yaşam ve ölüm üzerine dev bir meditasyon. bugüne dek önerdiğim en yeni film ve gördüğünüzde altüst olacaksınız, şimdiden söyleyeyim…
113. SISTERS (Yön: BRIAN DE PALMA, 1973)
de palma’nın ilk döneminden, hitchcock’u çatlatacak zarafette bir korku gerilim. adeta bir imza film.
114. LES YEUX SANS VISAGE (Yön: GEORGES FRANJU, 1960)
rahatsız edici bi şeyler izlemek istiyorsanız, bu elli küsur yaşındaki tuhaf korku filmi tam sizlik… bir araba kazasında yüzü tanınmaz hale gelmiş kızına yeni bir yüz bulmaya çalışan dahi bir doktorun hikayesi. şiir gibi dili ve sinir bozucu atmosferiyle almodovar’ın la piel que habito’suna da ilham verdi bu saplantı epopesi…
115. NEMA-YE NAZDIK (Yön: ABBAS KIAROSTAMI, 1990)
tıpkı the imposter gibi bir sahtekarlık hikayesi. sinema sevgisini en iyi anlatan filmlerden biri… iran sinemasının yüz akı bu film ve sahte mahmelbaf’la gerçeğinin yüzleşmesi gibi unutulmaz anlarla tam bir duygu ziyafeti.
Tümünü Göster