0
sevgili günlük,
cennetin dışındaki ilk günüm bu gün. çok sinirliyim çook. cennetten kovulduğum için zerre kadar pişman değilim, ama o lavuğun önünde secde ettirmeye kalktı ya beni, işte o çok koydu. bunun intikdıbını çok fena alıcam ama ben. kendine de söyledim zaten gitmeden. “sen bu arkadaşı sana tapınsın diye yarattın ama çok beklersin. herifin gözlere baksana fel fecir okuyor, ilk fırsatta sana madik atar, şirk koşar, küfre düşer bu deyyus” dedim.
“nerden biliyorsun” dedi, “bizim de bir bildiğimiz var herhalde, her şeyi bir tek sen biliyorsun sanki” diye cevap verdim. çok kızdı.
elbette her şeyi bir tek o biliyormuş, ben ne anlarmışım, bu çamurdan yaratık şöyle üstünmüş, böyle süpermiş, kendisine saygıda gram terbiyesizliği olmazmış falan filan.
“var mısın bahse” dedim, atladı hemen seninki. i̇ddiaya girdik. ben kazanırsam eşyalarını toplayıp cenneti komple bana bırakacak. o kazanırsa beni cehenneme atacakmış. hehehe, o sinirle beni ateşten yarattığını unuttu zahir. cehennem benim için tatil köyü gibi bir yer. zaten cenneti o gıcık meleklerle doldurduğundan beri vaktimin çoğunu orda geçiriyordum. i̇ddiayı kazansam da kaybetsem de sonunda kazanan ben olacağım yani.
bahsin konusu da şu; kıyamet gününe kadar o çamurdan mendeburu patron’un aleyhine kumpasa getirecem. getiremezsek mağlubuz. ama ben kazanacam, alıcam cenneti elinden. i̇lk işim de sinir bozucu melek ordusunu komple kapı dışarı etmek olacak. bir tek azrail’e kıyak geçerim. i̇sterse kalır o.
sevgili günlük,
bu gün bütün gün cehennemde ense yaptım. akşamüzeri azrail patron’a çaktırmadan sıvışmış, ziyaretime geldi. ekgib olmasın, tek yakınlık gösteren o kaldı bana bu mekânda. taze cennet havadislerini getirdi. patron o yaratıktan bir tane daha yapmış. değişik bir versiyonmuş bu da. adını “havva” koymuş. i̇kisine birden genel olarak “i̇nsan” diyormuş.
sevgili günlük,
bu insanları cennetten çıkarmanın bir yolunu bulmalı. orada oldukları sürece elimden bir şey gelmez, çuvallar bahsi kaybederiz. şunların yanına sokulmayı bir becerebilsem biliyorum ben yapacağımı ama patron cennetin güvenliğini arttırmış ben girmeyeyim diye. kapıda bir sürü nöbetçi melek dineliyor, başlarına da cebrail’i dikmiş, kuş uçurtmuyorlar içeri. ateşten yaratılmanın da bu dezavantajı var, sürekli parlıyoruz, kamufle olup girmek mümkün değil. kılık değiştirip sızmayı denesem mi acaba?
sevgili günlük,
o kadar mutluyum ki anlatamam, sevincimi tarif edecek kelimeler bulmakta zorlanıyorum. üç beş başarısız denemeden sonra nihayet yılan kılığına girip içeri sızmayı başardım. bir süre çaktırmadan adem’le havva’yı seyrettim. adem sinir bir tip, kolay kolay oyuna gelecek gibi değil, ama zayıf bir yanı var; havva ne derse onu yapıyor. havva’nın aklıysa bir karış havada. onun üzerine yoğunlaştım. bir ara baktım yasak ağaca doğru gidiyor, hemen düştüm peşine. (bu ağaç da niye yasaktır, anlamadım gitti, her halt serbest bir bu yasak). neyse, çıktım karşısına, fazla seremoniye girmeden direk mevzuya daldım.” niye yemiyorsun ki bu ağacın meyvesinden hâlbuki süper lezzetli” filan dememe kalmadı, havva hemen bir tane koparıp attı ağzına. bu kadar kolay olacağını hiç tahmin etmemiştim açıkçası. meğer dünden razıymış haspam. “git yarısını da adem’e ver, hepsini kendin yeme, ayıp” dedim, koşa koşa gitti salak. dedim ya, adem, bu ne derse onu yapıyor. o da yedi. hehehe. patron duyunca kudurdu tabii. i̇kisini de kapı dışarı etti. dünya diye bir mekan var, oraya şutlandılar. bu arada ben de kıçıma sıkı bir tekme yedim ama değer doğrusu. bundan sonra işim çok kolay olacak çok. i̇ddiayı şimdiden kazandım sayılır.
sevgili günlük,
adem’le havva, dünya’ya iner inmez hiç zaman kaybetmeden üremeye başladılar. kendilerine benzeyen iki tane daha insan peydahladılar. birinin adı habil, öbürününki kabil. i̇nsan yavruları ufak geliyor önce ama hemen büyüyorlar. adem’le havva’ya deşifre olduk, yaklaşamıyoruz artık ama habil’le kabil henüz beni tanımıyor, kolay lokma olacaklar.
sevgili günlük,
evet, dakika bir gol bir...
bu bizim habil ile kabil biraz büyüyür büyümez hemen patron’a yaranma çalışmalarına başladılar. cennet’e geri döneceklerini sanıyorlar akıllarınca. bir yaltaklanmalar, adaklar adamalar, akıllara ziyan hareketler filan. geçen gün, habil adak olarak koyun kesmiş, öbürü de buğdayla meyve hazırlamış, güzelce paketlemiş. ama patron kabil’in adağını beğenmemiş. “naapiyim meyveyi ben, cennet meyve dolu zaten, çoğunu yemiyorum bile ağaçta çürüyorlar, buğday da çiğ çiğ bir halta benzemez, öğütmekle un yapmakla filan da uğraşamam” diye ağız bükmüş. koyunu almış, “ooo, nefis mangallık et” demiş, habil’e bir sürü iltifat etmiş. bir gittim ki kabil sıkkın sıkkın oturuyor. i̇ki fıştaklayayım da arıza çıksın diye “habil’i senden çok seviyor işte, sen burada kalacaksın o gidecek cennete” dedim. daha lafımı bitirmeden eleman yerden bir kaya parçasını kaptığı gibi kardeşinin kafasına geçirmesin mi? höh, oha, çüş. ben, en fazla biraderini biraz tartaklar, küfür söz söyler filan diye bekliyordum, resmen cinayet işledi bebe. nasıl bir hırs yaptıysa artık. hemen kalktım cennete gittim, cebrail efendiye; “git patron’a söyle bahsi ben kazandım, boşaltsın cenneti” dedim. ama patron; “bu sayılmaz, ben daha –başla- dememiştim, hazır değildim” filan diye bir sürü mızıdı. neyse çok derdim değil, nasıl olsa kazanacağım aşikâr artık. bu çamur mayalı insanlarla işim fazlasıyla kolay olacak. madem bu sayılmaz, ikinci sefere daha büyük pislik çıkartayım da görsün.
sevgili günlük,
patron’un bahsi kaybetmemek için çamura yatacağı taa ilk günden belliydi.
adem’in soyu üredikçe üredi, her yeri doldurdular. bu arada i̇nsan’larla ilgili çok önemli bir şey keşfettim, nerede çokluk var orada mutlaka bir takluk çıkartıyorlar. fazla uğraşmam gerekmiyor bile, bir ikisine hafiften gaz veriyorum hemen bir maraza yaratıyorlar. çoğu zaman bana hiç gerek duymadan kendi kendilerine mükemmel işler çıkartıyorlar. bu arada, bazılarına suni olarak üzüm suyundan nasıl kevser üretilebileceğini gösterdim. i̇ki kadeh içtiler mi öyle bir zırvalıyorlar ki ben bile şaşıyorum yaptıkları işlere. çok kısa bir süre içerisinde bütün kavimler yoldan çıktı. kimini ben dürteledim biraz, ama çoğu kendi kendine pişti. hehehe. tam “işte şimdi başka bahane bulamaz, ben kazandım” diyordum ki, patron bir sel yarattı dünyada, bütün elemanları boğdu. “nuh” diye birisini seçmiş aradan sadece, bir gemi yaptırmış buna, içine bir sürü hayvan doldurtmuş çifter çifter, geri kalan herkes geberdi gitti
Tümünü Göster