+2
65, 66: "Yemin olsun ki, içinizden cumartesi günü azgınlık edenleri elbette biliyorsunuz. Onlara aşağılık birer maymun olun! Dedik. Bunu önlerindekilere ve arkalarındakilere bir örnek ve bir de Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir öğüt olsun diye yaptık.”
Bu konu A’râf’ta etraflıca anlatılmıştır. Kısa bir özet yapalım inşallah: isrâil oğulları deniz kenarında bir kasabada, bir karyede oturmaktadırlar. Peygamberlerine gelirler, Allah’a dua etmesini ve Cenab-ı Hakkın haftanın bir gününü kendilerine bayram olarak tahsis buyurmasını isterler. Peygamberleri Cenab-ı Hakka dua eder ve Rabbimiz de onlara cuma gününü bayram olarak tahsis buyurur. Ama hayatları hep tahrif olan bu yahudiler cumayı cumartesine değiştirirler. Allah’a verdikleri söz gereği o gün hiçbir iş yapmayacaklar ve sadece ibâdet ve taatte bulunacaklardı. Bir süre buna riâyet ederler. Sonra Rabbi-miz bunları denemek için cumartesi günü deniz kenarına bolca balık gönderir. Bunların yasağa karşı sabırlarını denemek ister. Yahudiler, Allah’a verdikleri sözlerini unutarak oltasını, ağını kapan balık tutmaya koşar. Allah bir dönem böyle bir denemeyle müslümanları da dene-mişti:
"Ey mü'minler! Allah gıyabında kendisinden korkanları açığa çıkarmak için sizi av gibi bir şeyle imtihan edecektir. (Bir av bolluğu ki isteyince) elleriniz de mızraklarınız da yetişebilecek. Ondan sonra kim de haddini aşarsa ona acıklı bir azap vardır."
(Mâide: 94)
Hudeybiye günü Allah Sahabe-i Kiramı da böyle bir imtihana tabi tutmuştu. Sahabe ihramlıydı. Bu durumda avlanma yasaktı ken-dilerine ve Allah bu esnada bolca av hayvanı göndermişti. Elleriyle yakalayabilecekleri, mızraklarıyla vurabilecekleri kadar av hayvanları onlara yaklaştırılmış; hattâ aralarında, ayaklarının altında dolaşmaya başlamışlardı. Niye yapmıştı Allah bunu?
Gıyabında kim Allah’tan korkuyor, kim korkmuyor? bunu de-nemek istemişti Rabbimiz. Bolca bir av hayvanı gelmişti, ama mü'-minler ihramlıydı. O durumda av avlamak şöyle dursun kişinin üzerindeki pireyi bile öldürmesi yasaktı. Yasağa karşı ne kadar dayanacaklardı? Bunu denemek istemişti Rabbimiz. içki necistir, bellidir. Kişinin ona karşı sabretmesi kolaydır; ama tab'an necis olmayan pis olmayan, av hayvanı gibi şer'an yenmesi helâl olan bir şeyi Allah geçici bir süre yasak kılıyordu. işte böyle aslı helâl olan bir şey karşısında dayanabilmek gerçekten zordur. Müslümanlar hırslarını gıdıklayan, arzularını kamçılayan bir helâl karşısında, bir dünya nîmeti karşısında ne derece saygı göstereceklerdi? işte Allah’ın temizle pisi, korkanla korkmayanı ayırt edeceği bir imtihandı bu. Allah için mütedeyyin olanla, dünya ve nefisleri için dindar olanların açığa çıkarılması için bir imtihandı bu.
Bir de şunu söyleyelim burada: Elde olmayan bir nîmetten sar-f-ı nazar etmekle, nîmetin karşısındayken ondan sarf-ı nazar etmek çok farklıdır. Birincisi çok kolaydır. ikincisi ise gerçekten zordur. Meselâ dağ başında kalmış bir adamın açlığa sabrederek Allah’a ibâdet etmesiyle, kurulmuş bir sofranın başında sabrederek Allah’a kulluk yapması farklıdır. Birinci durumda muvaffak olan insanların pek çoğu ikincisinde muvaffak olamamışlardır. Ruhbaniyet terbiyesiyle islâmiyet terbiyesinin farkı işte burada anlaşılacaktır. Birisi toplumdan kaçarak, mağara ve mânâstırlara kapanarak Allah’a yönelme yollarını ara-ma, öbürüyse toplumun içinde kalarak toplumun yanlışlarını düzeltme ve de toplumdan etkilenmeme şartıyla Allah’a yönelme usulü. Birinciye nazaran ikinci daha zordur ve Rasulullah Efendimizin bir hadis-lerinin beyanıyla Rabbimizin bizden istediği de ikincisidir.
Evet Allah bir dönem müslümanları da böyle bir imtihana tabi tuttu. Av hayvanlarını yakınlaştırdı onlara, ama müslümanlar başardılar bu imtihanı. Bugün de aynı imtihanlarla Rabbimiz bizi de imtihan eder. Meselâ bir para kasasının başına getiriverir bazen Rabbimiz bizi, elimizi uzatıverince alıverecek kadar paraların başına getirir ve dener Allah bizi. Bazen bizi öyle bir konuma, öyle bir makama getirir ki Rabbimiz, orada binlerce insanın namusu bizim elimizin altındadır. ifta makamındasınız farz edin, öğretici konumundasınız farz edin, siz-den din öğrenmeye gelen pek çok kadını, kızı size yaklaştırıverir Allah da, böylece sizin o konudaki ağırlığınızı, takvanızı ölçüverir. Gıyabında kendisinden korkup korkmadığınızı ortaya çıkarıverir.
Veya bazen size küçük küçük imkânlar verir. Meselâ belediyeler verir, muhtarlıklar verir ve sizi dener Allah. Buradaki ciddiyetinize, samimiyetinize bakar da daha sonra size devlet idaresini teslim eder. Oralarda başaramamışsanız daha büyüklerini nasip etmez size. işte oralarda başarılı olamayanlardan alıveriyor tüm bu imkânlarını.
Evet biraz uzattık galiba. Allah isrâil oğullarına cumartesi günü bolca balık göndererek onları imtihana tabi tutar. Bu manzara karşısında kasaba halkı iki gruba ayrılırlar. Bunlardan bir grup Allah’a daha önce verdikleri sözlerini unutup, yasağı çiğneyerek balık tutmaya koşar. ikinci grup da kollarını makas gibi açarak: Yahu ne yapıyorsunuz siz? Hani cumartesi günü iş yapmayacağınıza dair Allah’a söz vermiştiniz! Yapmayın! Etmeyin! Bu yaptığınız yanlıştır! Üzerinize azap yağacak, gazap gelecek! diyerek günaha giden insanları uyarmaya çalışanlar.
Evet başlangıçta kasaba halkı böyle iki gruba ayrılıverdi. Bir süre bu iki grup arasında çatışma devam etti. Ama zaman uzayınca ve günaha gidenler uyaranları dinlemez hale gelince, bu uyaranlar da kendi aralarında ikiye ayrılıverdiler. Bir grup diyordu ki: Bizim vazifemiz bitmiştir artık! Elli kere uyardık! Yüz kere uyardık! Bunların adam olmaları geçmiştir artık! Allah bunların kalplerine mührünü basmıştır! Artık bunlar kesinlikle adam olmayacaklar! Adam olma istidatlarını yitirmiştir bunlar! diyerek evlerine çekiliverenler. Öteki grup ta baştaki heyecanlarından hiç bir şey kaybetmeden günaha gidenleri uyarmaya devam edenler. Böylece kaç grup oldu? Üç grup oldular.
1- Günah işleyenler. Allah’a verdikleri sözü bozup yasağı çiğneyenler.
2- Kendileri günah işlemeyen, ama başkalarını da uyarmaktan vazgeçip bizim vazifemiz bitmiştir artık diyerek evlerine çekiliverenler. Allah’ın emrettiği emri bil’ma’rufu terk edenler.
3- Ne pahasına olursa olsun günahkârlara engel olmaya, onları uyarmaya devam edenler. Yapmayın! Etmeyin! Haramdır! Günah-tır! diye çırpınmaya devam edenler. Hattâ bakın bu bizim vazifemiz bitmiştir, peygamber miyiz ki ümmet kayıracağız? diyerek evlerine çe-kiliveren grup o günahkârları uyarmaya devam edenlere şöyle diyor-lar:
"Allah’ın kendilerini helâk edeceği ve şiddetle azaba uğratacağı bu insanlara niçin nasihat ediyorsunuz? Demişlerdi."
(A’râf: 164)
Tümünü Göster