1. 76.
    0
    neredeyse 2 gün yataktan başını bile kaldırmadan sadece uzanıyordu. belli ki canı çok sıkılmıştı. dışarıda ki sıcak havanında verdiği etkiyle beraber derecede artan her santigrat onunda bünyesinde ki sinirim katsayısını bir derece arttırıyordu. yazdan, sıcaktan ve güneşten nefret eden bir yapısı vardı ve o bile nasıl akdenizli olduğuna şaşırıyordu. denizi sevmeyen bir fethiyeli! inanılır gibi değil.

    gezmeyi çok seviyordu. daha evine gelemden 1 hafta öncesinde fethiye-burdur-ısparta-denizli-aydın yol haritasını tüketmişti. modern çağımızın evliya çelebisi olan bu adam evine döndüğü günün ertesinde evde oturmaktan sıkılmıştı. demek ki sıcak hava sıkkınlıkla birleşince bünyede yan etkiler yaratıyordu. isveç’e gitmeliyim diye düşündü. paso kar, paso kış, paso soğuk tam bir ohh miss durumuydu onun için. telefonunda ki rehberi kurcalarken hiç isveç’ten bir arkadaşı olmadığını ve arayacak bir isveç numarasının bile bulunmadığını fark etti. acaba istanbul olabilir miydi? küçük yaşlarındayken kendisine 25'ine gelemden önce yapılacaklar listesi hazırlamıştı. belki allahın sevdiği kulu olmasından, belki şansından, belki de şansını kendi yarattığından bu hazırladığı listenin %70'ini gerçekleştirmişti. şimdi önünde bu listenin en üst sırasında bulunan bir maddenin yanına daha çentik atma fırsatı doğmuştu onun için.

    telefonu kapatırken söylediği yalana kendisi bile inanmamıştı. büyük ihtimalle telefonun karşısında ki bile inanmamıştı. çünkü onun en az 10 yıllık arkadaşıydı ve artık ciğerini ezberlemişti. az bir metre kaldı kısa süre sonra ordayım demişti demesine de daha ayna karşısında ki hazırlıklarını tamamlayamamış ve evden çıkamamıştı. bu onun karakteristik özelliği gibiydi. neredeyse tüm randevularına geç kalıyordu. buna kızlarla buluşacağı ilk randevularda dahildi. aslında kendi bile farkındaydı yarım saat şekil vermek için uğraştığı saçlarının dışarı çıktıktan takiben 2 saat sonra bozulacağını çünkü bu havaya ne aç ne şekil dayanırdı. hazırlıklarını tamamlayarak evden çıktı.

    randevu yer her zamanki buluştukları yerdi. dolmuşa binmek mi yoksa yürümek mi arasında kısa bir tereddütte kalmıştı. galiba yine, yeni, yeniden yürümeyi seçecekti. bu onun başka bir karakteristik özelliğiydi. yürüyüşü seven bir yapısı vardı ve yürümeyi ne spor için ne de zorunluluktan yapıyordu. bu onun keyif işiydi. ağaçların gölgesini yansıttığı yollardan terleye terleye yürüyerek merkeze gelmişti. her zaman gittikleri cafeye doğru yürürlerken üniversiteli kitlenin güzel kız kesmek için doluştuğu cadde artık ona heyecan bile vermiyordu. galiba ortada büyük bir sorunu vardı. sipariş ettiği soğuk meyve suyundan bir yudum aldıktan sonra gene eli telefonuna uzandı. bu sefer hayal gücünün sınırlarını zorlayan ve onun için çok özel bir değere sahip olan bir isim üzerinde durdu. telefonun yeşil ara tuşuna bastığında zihninde ağzından çıkacak hiçbir cümleyi tasarlamamış, telefonda ki ses alo dediğinde spontane bir şekilde konuşmaya başlamıştı. ortada bir tane ana konu vardı ve onu söylemek istiyordu. aslında ortada konu falanda yoktu. spontane bir şekilde ağzından hızlı hızlı çıkardığı cümleler konuyu oraya getirmişti ve bu iyide olmuştu. beş dakikada beşiktaş rekldıbına nazire yaparcasına beş dakikada istanbul yolcusu olmuştu. kalacak yeri ve gezeceği arkadaşları bile hazırlanmıştı şimdiden.

    artık istanbul kelimesinin onda yarattığı sözlük anlamı en büyük hayalini gerçekleştirerek mutluluğun resmini çizeceği zamanlarda ki o resmin bir nevi tuvali olmuştu. soluğu en yakın kamil koç yazıhanesinde alarak en yakın ve uygun olan bir tarihe 1 kişilik istanbul gidiş bileti almıştı. biletin yazıcıdan çıktığı saniyelerde bile içinde bulunduğu duruma inanmakta zorluk çekiyordu. en son geçen sene yaklaştığı listenin istanbul seyahati maddesinin üstünü çizme şansı bileti eline aldığı andan itibaren bir hayalden çok gerçekleşmek üzere olan bir rüya kategorisine yükselmişti. eve vardığında hemen valizini hazırlamaya girişti. daha otobüsün hareket saatine 3 gün olmasına rağmen sabırsızlanıyordu.

    sabah uyandığında o günün geldiğinin farkındaydı. aslında buna uyanmak bile denilemezdi. çünkü ertesi gece bir şafak sayar gibi kalan saatleri saymaktan ve heyecandan gözüne uyku girmemiş ve toplam 3 saat zor uyumuştu. vakit geldiğinde son kontrollerini yaptı ve sırtına çantasını geçirerek otogarın yolunu tuttu. içi içine sığmayan bir vaziyette otobüse binerken uzun bir süre ayrı kalacağı izmir’ine uzun uzun bakıyordu. kilometreler yavaş yavaşa tükenirken ve tabelalar akhisar’ı gösterirken çok şiddetli bir yağmur yağıyordu. bu yağmur bulutları bursa’dan istanbul’a kadar onun peşini bırakmayacaktı. bir ihtimal ve bakış açısına göre çok bereketli bir adamdı ve gittiği her yere yağmur yağdırıyordu ki bu yağmur olayını isparta’da da yaşamıştı ve yolculuğu boyunca oraya da yağmur yağmıştı. bir diğer ihtimal ve bakış açısına göre kafasının üzerinde sürekli yağmur bulutları dolaşan şansız bir adamdı. yoğun yağmur altında otobüs bursa’dan geçerek yalova’ya geldiğinde hala yaşadığı bu yolculuğun gerçek mi rüya mı olduğunda karar veremiyordu. otobüs yavaş yavaş feribota yüklenip feribot açık denize doğru hareket etmeye başladığında aklına ilyas salmanın sarı mercedes filmi geldi ve yüzünde bir tebessüm olmuştu. akrebin yelkovanı kovalayarak saatin geç olmasıyla birlikte istanbul il sınırı tabelası önlerine gelmiş ve şehre giriş yapmışlardı. akşam vaktinde yoğun ve sıkışık trafikte temde ilerlerlerken arabaların çokluğu dikkatini çekmişi. ışıklarla aydınlatılmış köprüden geçerlerken hep o dizilerde ve erkanda gördüğü gece olunca renga renk renklere giren meşhur köprünün üzerinde canlı kanlı o duruyordu. tüm bu güzel olayların an be an tadını çıkarırken bir noktaya canı çok sıkılmıştı. yaklaşık 10 saattir yollardaydı ve son durağı olan gümüşsuyu’na daha var gözüküyordu. en sonunda nihayete kavuşarak otobüs otogara giriş yaptı ve hemen servislere doluşarak taksimin yolunu tuttu. istanbul şehri bir nevi minimal bir hoş geldin sürprizi yaparak servis şoförü ineceği yer olan taksim’i transit geçerek beşiktaş’a gitti. daha istanbul’a ayak bastığı gecenin ilk saatlerinde kısa bir beşiktaş turu yapmıştı. daha sonra servis aynı güzergahtan geri dönerek kamil koçun gümüşsuyu yazıhanesinde iniş yaptı. hemen telefondan ben geldim mesajı yolladı ve sırtında çantayla beklemeye koyuldu. bulunduğu noktadan boğaz manzarası gözükmüyordu ama o gümüşsuyu’nun yol boyunca uzanan ağaçlar arasında o yokuşlu yolun atmosferine bayılmıştı. o bu ambiyansın tadını çıkardıktan kısa bir süre sonra çok değer verdiği ve evinde konaklayacak olduğu arkadaşı soluk soluğa kalmış bir vaziyete çıka geldi. arkadaşının soluk soluğa kalmasına vesile olan uzun ve çok basamaklı merdivenler daha henüz onun için bir anam ifade etmiyordu ama zamanla o merdivenlerin yaratacağı büyük yorgunluk hissinin tadına o da bakacaktı üstelik her gün. misafir olarak kalacağı evlere vardıklarında çantasını bir odaya yerleştirdi ve boğaz manzarasının tadını en güzel çıkaracakları yer olan çatıya çıktılar. gördüğü manzara muazzamdı. gece istanbul siluetini izlemenin tadı bambaşkaydı. o gece yol yorgunluğunun verdiği hissiyatla fazla geç yatmak istemiyordu ve esas istanbul macerasının ertesi gün start alacağının farkındaydı.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster