1. 1.
    -1
    Kanlı Elmas, neresinden bakarsanız bakın usta bir yönetmenin elinden çıktığını her haliyle belli ediyor. Öyküsünü baştan sonra kararlılıkla anlatmak için direniyor; oyuncularını sanki gerçek birer karaktermiş gibi sunuyor; şiddet sahnelerinde gerçekliği yakalıyor; arada modası geçmiş duygusal denemeler yapıyor. Yani anlayacağınız Anglosakson öykü anlatıcılarının bakış açısısıyla uzak diyarda geçen bir macera öyküsü bu. Kahramanlarımız ise Fernando Meirelles'in Tanrı Kent'inden fırlamış gibi duran, çocukların ölüm saçtığı Sierra Leone sokaklarında pembe bir elmasın peşinde kendi savaşını veren eski bir asker, oğlunun peşinde ölümü göze alan bir baba, gerçek haberden çok o gerçeğin bir parçası olmak isteyen gözüpek bir muhabir... Glory'de Denzel Washington'ı ağlatıp Oscar kazandıran Edward Zwick, bu kez Djimon Hounsou'yu kendisine hedef seçiyor. Zwick, öykünün geçtiği ülkeyi Tanrı'nın unuttuğu yer olarak sunuyor - ki gerçekteki bilgiler de o coğrafyada aşağı yukarı durumun bu olduğu yönünde. Filmin girişinde ve sonunda verilen angiblopedik bilgilere yer bırakmayan bir gerçeklik bu. Tanrı-nın unutuğu-kent-in çocukları, ağızlarından tükürük saçarcasına küfrediyor, adam öldürüyor, böylece adam olduklarına inanıyor. Solomon (Hounsou), cehennemi ortamdan ailesini kurtarmanın sevincini yaşayamadan kayıp oğlunun peşine düşüyor. Danny Archer ise kayıp elmasın peşine... ikisini buluşturan ayrı amaçlar olsa da güdüleri aynı. ikisi de "o olmadan yaşayamam" diyor, başka bir şeyin önemi yok. Zwick, bu adamlardan birinin amacını yüceltirken diğerinin ne denli içgüdüsel, ne denli engellenemez bir istek duyduğunu anlatmakta yetersiz kalıyor. Bunda senaryonun zayıflığının epey rolü var. K-Pax için yazdığı senaryosunu çok sevdiğim Charles Leavitt, bu kez şişirme bir iş yapmışa benziyor. Batı cephesinde yeni bir şey yok misali, Sierra Leone denen ülkede yaşanan kaos için de, daha önce söylenenlerin üzerine birşey koyamıyor. Bunu, iki adamın amaçlarının peşinde ülkeyi baştan başa dolaşırken birbirleriyle girdikleri cılız diyaloglardan anlamak mümkün. Filmin merdıbını anlatmanın ötesine geçerek zihinlere işlemesini sağlayacak bu önemli yolculuk, ne yazık ki boşa geçirilmiş. Filmin söyleyeceği şey ilk on dakikanın sonunda o kadar azalıyor ki, koşuşturmaca ve hayatta kalma mücadelesi, değerli bir yapının içine yerleştirilemediğinden önemsizleşiyor. Danny ve Solomon bir şey bulurum diye ormanın derinlerine indikçe film yüzeysel kalmakta ısrar ediyor. Senaryosundaki problemlere rağmen Edward Zwick, başta belirttiğimiz gibi, eli yüzü düzgün bir iş çıkarıyor. Ekibi de yine çok sağlam. Shyamalan'ın Ölümsüz'ünde olağanüstü bir işi başaran görüntü yönetmeni Eduardo Serra ile üç kez Oscar'a aday gösterilmiş (biri Cesur Yürek) kurgu ustası Steven Rosenblum iyice öne çıkıyorlar. Zwick, usta bir Hollywood yönetmenine yakışır şekilde, çok kalabalık bir ekibi, çok zor coğrafi şartlarda başarıyla yönetmiş, senaryonun kendisine sunduğu ölçüde merdıbını anlatmış görünüyor. Kanlı Elmas, bir taş parçası için birbirlerinin kanını döken bir millet üzerinden beyaz adamın kara kıtada yol açtığı felaketi gözler önüne seriyor. Solomon'un yolda sohbet ettiği adamın son derece isabetle buyurduğu gibi, "ya petrol çıkarsa, asıl işte o zaman yandık" cinsinden bir mesajı bile var filmin... Zwick'in filminin, belki de etkileyiciliğini azaltan en önemli faktör, kimin öyküsünün daha önemli olduğuna bir türlü karar verememiş olması. Evet, uğruna kan dökülen elmasların nasıl elde edildiğini anlatarak gayet ahlaki bir mesaj vermeyi başarıyor, ancak özellikle Danny Archer karakterinin içinde bulunduğu açmazı çözmekte yetersiz kalıyor. Üstelik öyküsünü bu tarz filmlerin olmazsa olmazı "çarpıcı bir aşk" temasından da mahrum bırakıyor. isterseniz eski kafalı deyin ama Danny ile Maddy en azından bir sahnede öpüşmeli diye düşünüyor insan.. Gözüpek gazeteci Maddy Bowen rolünde güzeller güzeli Jennifer Connely, (bir an bile Paul Bettany'de ne bulduğunu anlayamasak da) yine kendisini sevdiriyor.. Djimon Hounsou, 'dan sonra ilk kez bu denli inandırıcı bir karaktere bürünüyor. Jack Nicholson'a resmen kök söktürdüğü Köstebek performansı dururken bu filmle Oscar'a aday gösterilen Leonardo DiCaprio ise sigarasız yapamayan kaçakçı rolünde, çok da akılda kalmayan düz bir oyunculuk sergiliyor. Bir türlü oturtamadığı Güney Afrika aksanının yanısıra o cüssesiyle koca koca adamları yere sermesine de akıl sır ermiyor. Bu rolde belki de en başta düşünülen Russell Crowe daha isabetli olurmuş sanki. Kanlı Elmas, kendimizce değindiğimiz tüm noksanlıklarına rağmen profesyonel bir Hollywood prodüksiyonu olmasının avantajını kullanıp çıtasını vasatın altına düşürmüyor. Maddy, bir sahnede, "artık gözüne sinek konan Afrikalı çocuk haberi yapmak istemiyorum" diyor, "bana gerçek bir öykü lazım"... Ancak Zwick bu kadarıyla yetinmiş görünüyor.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster