0
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanımı Recai Kutan'ın hadiste belirtilen tehlikenin muhtemel bir su krizinden kaynaklanacağına ilişkin yorumları son derece makul bazı temellere sahip.
"israil: Gerekirse savaşarız!"
Gerçekten de çağlar boyunca yapılan savaşların tabii kaynakların paylaşılmasıyla yakından ilgili olduğu biliniyor. Tabii kaynaklar ise Allah'ın insanlara bahşettiği en önemli zenginliklerden. Bazı bölgeler insanlığın gelişimine çok iyi imkanlar tanırken, bazıları da geri kalma sebeplerini oluşturabiliyor. Büyük tabii kaynaklara sahip ülkeler, bunlara sahip olmayan ülkelere yardım ederek kalkınmalarını sağlayabilecekleri gibi, aynı kaynakları kullanarak diğer ülkeleri kendilerine bağımlı hale de getirebilirler. insanlığın tarım toplumuna geçişinde mücadele edilen alan verimli topraklar oldu. Sıçrama eşiği oluşturan buharlı makinelerin keşfinden sonra ilgi kömür havzalarına yöneldi. Petrolün enerji kaynağı olarak insanlığın gündeminde yer almasıyla birlikte mücadele alanı petrol bölgelerine yöneldi.
Özellikle ikinci Dünya Savaşı esnasında ve savaş sonrasında ülkelerin başlıca amacı petrole ulaşmak ve petrol bölgelerini kontol etmek oldu. Günümüz dünyasında ise mücadele alanı arazikömürpetrol gibi tek boyutlu olmaktan çıkmış gözüküyor. Daralan tüm kaynaklar insanlığın diğerine karşı silah olarak kullanabileceği bir güç unsuru haline geliyor. En hızlı daralan ve insanlığın ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelen doğal kaynak ise "su".
Suyun bu bölgede ne denli önemli olduğunu gösteren en canlı örnek Ürdün Kralı Hüseyin'in 13 Mayıs 1990'da yaptığı bir konuşmada geçen şu cümle: Hiç bir konu israil'le tekrar savaşa girmeye bizi zorlayamaz. Su hariç.
Eski BM Genel Sekreteri Butros Gali de Ortadoğu'daki bir sonraki savaşın su yüzünden olacağını açıkça söylemişti. Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad ise tecrit edilmiş olan ülkesinin gelişmesinde en büyük rolü suyun oynayacağına inanmakta. işin en ilginç yönlerinden birisini de "Su Savaşları" kitabının yazarları John Bulloch ve Adel Darvish'in, Arap ülkelerine ulaşan suların yüzde 85'inin Arap olmayan ülkelerden geldiği, 2000 yılında pek çok ülkenin 1975'te sahip oldukları suyun yarısına sahip olacakları, ama su ihtiyacının iki kat artacağı şeklindeki tespitleri oluşturuyor. Gerçekten de 1989 yılında bölgenin toplam nufusu 314 milyon, büyüme oranı yüzde 2.8'di. Bu rakam 2000 yılında 423 milyon olacak ve 25 yıl sonra iki katına çıkacak. Sadece bu rakamlar bile bir su krizinin çıkabileceğini gösteriyor. Bunun yanısıra israf, milli çıkarlar, geleneksel çatışmalar, kentleşme ve sanayileşme sözkonusu krizin uzmanların varsayımından da önce patlak verebileceğini mümkün kılıyor. Nitekim 10 Ocak 1996 tarihli Türkiye gazetesinde çıkan bir habere göre, bilim adamları bunun zamanını dahi hesaplamışlardı; su krizi 2050 yılında patlak verecekti.
Alman Stern dergisinin kapak yaptığı araştırma sonucunda dünya portakal büyüklüğünde gösterilmiş, tatlı su kaynakları bu portakalın üzerinde bir damla su ile ifade edilerek tatlı suyun ne kadar kıt olduğu açıklanmaya çalışılmıştı. Bu miktardaki tatlı suyun ekolojik denge açısından da önemi büyüktü. Paul Kennedy'nin Aral Denizi üzerine yaptığı çalışma bu göldeki azalışın 30 yıl süreyle su bentlerinden su bırakılması ile durdurulabilceğini gösteriyordu. 30 yıl Aral Denizi'ne su akıtılması ise bölgede yaşayanların ölüm fermanı demekti.
Dünya gündeminin yeni krizi: Su
Günümüzde su diğer doğal kaynaklardan farklı olarak dünya gündemine kriz şeklinde giriyor. Dünya nüfusu artarken, su kaynakları azalıyor ve kendisini yenileyemiyor. Bir insan için yılda ortalama 800 m³ su gerekiyor. Bu değer daha şimdiden su kıtlığı olduğunu ortaya koyuyor. Bu durum 1970'lerdeki petrol krizinin yerini su krizinin alacağını gösteriyor. Gerçekten de insan ihtiyaçları, ekolojik denge ve siyasi açıdan son derece önemli olan su, 21. yüzyılın suya sahip olan ülkelerle suyu olmayanlar arasında yoğun mücadele ile geçeceğini gösteriyor.
Tümünü Göster