0
Olduğum yerde dondum kaldım. hepsi gerçekmiş. Peki ama ben o ormanın içinden buraya kadar nasıl gelmiştim ? kampın son günüydü ve istanbul’a geri dönüyorduk. Kahvaltıda hiçbir şey konuşmadık. içim içimi kemiriyordu ama yanına gitmiyordum. Ve sonunda yola çıktık. Nihayet evim geldim. Küveti köpükle doldurdum ve dakikalarca baygın yattım içinde. O kadar yorgundum ki… saat sabahın yedisiydi ve eve daha yeni girmiştim. içimden bir ses sürekli onu aramam gerektiğini söylüyordu ama karar veremiyordum. Aradım. Biliyorum büyük bir delilikti bu ! ama aradım… uzun uzun çaldıktan sonra açtı telefonu. Uyuyor olmalıydı çünkü sesi çok derinden geliyordu. Küçük bir kahkaha attı ve ‘’arayacağını biliyordum’’ dedi. Telefonu kapatıp hayatıma kaldığım yerden devam etmek istiyordum ama anlayamadığım bir şekilde ondan kopamıyordum ! hayatımın bir parçası olmuştu. Ve ilk tehlikeli adımı da o zaman attım. Adresimi verdim ‘’yarım saat sonra gelip seni alacağım ve bir yere zütüreceğim’’ dedi. Tam bir çılgınlık ! sürekli bir yanlıştan, bir yanlışa sürükleniyordum ve bir türlü bitmek bilmiyordu. Küvetten çıkacak gücüm olmamasına rağmen yarım saat sonra hazır bir şekilde kapıda onu bekliyordum. Tam ‘’Artık başına ne gelirse müstahak, sen kaşındın’’ diye kendime kızmaya başlamıştım ki o geldi. ‘’S.M.’’ simsiyah bir deri ceket, deri eldivenler ve gözleri görünmeyecek kadar siyah camlı, bir güneş gözlüğü. Yol boyunca havadan sudan konuştuk. Kafe’ye giden iki arkadaş gibi sohbet ettik. Ben nereye gittiğimizi sormaya kalktığımda ‘’bunlar uluorta konuşulmaz ! ‘’ demişti ve bende ondan sonra tek kelime bile etmemiştim. Saatlerce yürüdük. Saat 13:00 da eski, yıkık dökük bir bina ya geldik. Dehliz gibi garip bir yer. O tarihi hiç unutamam. 13 Kasım. Saat 13:13 e kadar bekledik