0
Olay isminin verilmesini istemeyen G.’nin büyük dedesinin başından geçmiştir. Hüseyin’in babası köyün zenginlerinden birisi olduğundan Hüseyin’i Osmanlı zamanında istanbul’a eğitim görmesi için yollamıştır. Hüseyin medrese tarzı bir kurumda Arap dilini öğrenmiştir. Arapçaya oldukça hakim olan Hüseyin’in eğitim hayatı devam ederken savaş çıkmış önce birinci dünya savaşında daha sonra kurtuluş savaşında görev almıştır. Kurtuluş savaşı bittikten sonra köyüne dönen Hüseyin köyde Arapça bilen, arap harfleri ile okuyup yazabilen ve sesi gür olan biri olmasından dolayı köylü tarafından köyün imamı olarak seçilmiştir. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra sabah ezanını okumak ve namazı kıldırmak için uyanan Hüseyin abdest almak için evinin yakınında bulunan çeşmeye doğru yönelmiştir. Hava hafif ağarmakta ancak etraf oldukça karanlık olduğundan çeşmede görünen iki kişiyi tanıyamamış herhalde abdest almaya gelmiş birileridir diye düşünerek çeşmeye doğru yürümeye devam etmiştir. O iki kişi de Hüseyin’in geldiğinden habersiz aceleyle bir şeyler yapıyorlar ve birbirleri ile konuşuyorlarmış. O kadar işlerine dalmışlar ki Hüseyin’in geldiğini fark edememişler. Hüseyin biraz daha yaklaşınca bu iki kişinin kadın olduğunu ancak köyde yaşayan kadınlardan olmadığını fark etmiş. Kadınların saçları ayaklarına kadar uzanıyor tenleri beyaz ve parlıyormuş. Sessizce yaklaşıp kadının birinin kolundan yakalamış diğerini de yakalamak için hareket ettiği anda diğeri aniden gözden kaybolmuş. Yakaladığı kadın kendisini bırakması için yalvarmaya başlamış. Kadına siz kimsiniz diye sorduğunda kadın kendisinin alkız olduğunu söylemiş ve çeşmede yıkamakta oldukları ciğeri göstererek biz lohusa kadınların ciğerlerini alırız diyerek hikayesini anlatmaya başlamış. Bu ciğer kimin diye sorduğunda alkız köyde yeni doğum yapmış bir kadının ismini söylemiş ve güneş doğmadan gitmesi gerektiğini, eğer onu serbest bırakırsa ondan gelecek yedi göbek sülalesine ve sülalesinin el verdiği kimseye dokunmayacakları üzerine yemin etmiş. Hüseyin ciğeri sahibine zütürüp takması için ısrar etmiş ancak alkız bunun mümkün olmadığını o kadının çoktan öldüğünü ciğeri yerine koysa bile yaşamayacağını söylemiş. Hüseyin alkızı yeminini tutması karşılığında bırakmış. Sonra gördüklerine şaşıran Hüseyin camiye gitmiş ve olayı camiye gelenlere anlatmış. Daha sonra evine dönüp olayı karısına ve çocuklarına da ayrıntıları ile anlatmış. Ne olduğuna bir türlü anlam verememiş ancak bu olayı karısına ve çocuklarına anlattığı sırada (güneş doğduktan sonra sabah 7-8 gibi) evlerine köyde yaşayan bir adam gelmiş. Sabah namazına gelmemiş olan bu adam ağlayarak karısının öldüğünü söylemiş.
Benzer bir hikaye;
Bir gün bu ailenin büyüklerinden bir kişi, köyün dışında bulunan tarlasına öküzleri ile çift sürmek için gider. Bir kaç dönün yer sürdükten sonra, dinlenmek için oturur ve sonra yan üstü uzanır. Aradan fazla geçmeden bu adamın kulağına tarlanın yakınında bulunan in (küçük mağara) tarafından, (inin içinden) ağlayan çocuk sesleri gelmeye başlar. Adam hayretler içinde kalır. Kendi oradayken o ine kimsenin girmediğini çok iyi bilmektedir ve çocuklu bir kadını da o ine girerken de görmemiştir. Acaba daha önceden başka köye giderken orada yatıp kalan çocuklu bir kadın benden daha önce gelip buraya girmiş olabilir. Bunun kim olduğuna bir bakayım deyip ine doğru gider. Yaklaştıkça çocuklar ile annesinin arasında bazı konuşmalara şahit olur . Fakat orada kimseyi göremez. Konuşma şöyle cereyan eder.
Anne biz çok acıktık ne yiyeceğiz?
diye sormalarının üzerine anneleri yavrularım biraz sabredin der. Çocuklar sorar;
ana daha ne kadar?
Anneleri bu geceye kadar der. Ondan sonra çocuğun bir tanesi annesine karnımız doyacak mı diye sorar. Annesi evet der. Yine çocuğun biri sorar anne ne ile karnımızı doyuracaksın hani bir şey yok ki demesi üzerine annesi;
Bak çocuklar köyün ismi ile hitap ederek orada “?” adında bir kadın bugün gece doğum yapacak. Ciğerini getireceğim yiyeceksiniz demesi üzerine, çocuk tekrar sorar. Nasıl çıkartacaksın anne? Bak çocuklar der; bu köylüler doğumdan sonra lohusa yemeği yaparlar ve doğum yapan kadına yedirirler. işte tam o zaman ince bir kıl şeklinde yukarıdan aşağı yemeğinin üzerine konarım. Beni fark etmeyen lohusa kadın, beni yuttuktan sonra çiğerini çıkartıp size getiririm, yersiniz der. Bunları duyan adam hayretler içinde kalır. Hemen öküzlerini alıp tarlada çift sürmeyide bırakarak köye geri döner. Karısına köyde kimin doğum yapacak olduğunu sorar. Karısı adı geçen o kadınında çok yakında doğum yapacağını söyler. Bunun üzerine adam karısınıda alıp doğum yapacak kadının evine gider. Bir kaç saat oturan karı - koca bir türlü kalkıp evine gitmemesi üzerine ev sahibi tarafında evde fazla oturulması pek istenmesede adam inat edip kimseye bir şey söylemeden oturmaya devam eder.
Duydukları doğru çıkar. O evin kadını gece yarısı doğum yapar. Adam odada bulunan ocağın yakılmasını israrla ister. Lohusanın bulunduğu yerde erkeğin bulunmasının günah ve ayıp olmasını bilen, ev sahibi ve doğum yaptıran kadınlar adamı kovmak isterlerse de, adam yine hiç bir şey söylemeden ateşi yaktırıp, lohusa kadına bir tabak içinde undan yapılan bulamaç yapılıp getirilmesini söyler. Lohusa yemeği olan bulamaç kadının yemesi için önüne konduğunda adam tavana doğru bakmaya başlar. Bu durumdan herkes şüphelenir. Nihayet beklediği an gelir. Yukarıdan ince bir kıl süzülerek gelip yemeğin üzerine konar. Yerinden kalkan adam kılı yavaşca tutup yanan ateşe atmak üzereyken aniden orada bir kadın peydah olur ve adamın bileğinden tutup yalvarmaya başlar.
Orada bulunanların gözleri önünde gelişen bu olaydan sonra, adam oradaki bir kadından aldığı iğneyi o anda kadın süretine dönüşen alkarısının sırtına batırarak tekrar eski haline geçmemesini sağlandıktan sonra kadını orada serbest bırakır. insan şeklinde uzun zaman adamın evinde yaşadıktan sonra, birgün yine o adam kadını yanına çağırıp ; bundan sonra bütün al'ların, kendisine veya yedi sülalesine bir daha gelip, musallat olmaması için yemin ettirdikten sonra kadının üzerine sapladığı iğneyi çıkartır ve ciğer çıkartıp çocuklarını doyurmak için gelen o alkadını gözden kayıp olup gider. işte o günden sonra köyde bu aile " al ocağı " olarak bilinir.
Newfoundland' da yaşayan Kaptan John Dower 'ın mutlu bir yuvası vardı. Kaptan hava koşullarının son derece kötü olduğu bir günde, karısının tüm yalvarmalarına aldırmadan, iki gemiyi de yanına alarak denize açıldı. Karısı üzgün bir şekilde eve döndüğünde, durumu hiç iyi değildi. Daha içeri girer girmez düşüp bayıldı. Komşuları ve akrabaları hemen yardıma koştular. Tüm çabalarına rağmen ne yazık ki yaşlı kadını kurtaramadılar. Aynı anda Kaptan Dower, gemisi Eleanor 'u buz dağlarının arasına demirlemiş, ev öncesi son hazırlıklarını yapıyordu. Nöbetçilerden biri, buzların arasından gelen garip bir sesle birden dehşete düştü. Kadın hayaleti buzların arasından onlara yaklaşıyor, geri dönmelerini söylüyordu. Kaptan karısının öldüğünü hissetmişti. Hemen geri dönme emrini verdi. Sahile döndüklerinde, kasaba halkı iskeleye toplanmış, onları bekliyordu. Koşa koşa evine giden kaptan, ölünün başında bekleyen bir kadın çığlığıyla donakaldı. Kadın ölünün dirildiğini söylüyordu. iki saat içinde kadın kendine gelmişti.