-1
kurtuluş savaşımızın yalnızca bir türk-yunan savaşı mı olduğu, yoksa gerçekten 'yedi düvele' karşı mı verildiği tartışılıyor.
attila ilhan da, 'kurtuluş savaşı tarihi aslında bildiğimiz gibi değildir' demiş. evet, değildir.
rauf bey'in de (orbay), 'bu milletin övüneceği bir tek kurtuluş savaşı var, anılarımı yazıp onun da tadını kaçırmayayım' demiş olduğu rivayet edilir...
kurtuluş savaşımızda, önce doğuda ermeni güçleriyle savaşıp o işi çabucak bitirdik. bunlar düzenli ordu falan değil, dandik çetelerdi. sonra batıya, yunan ordusuna döndük.
başka bir ülkeyle de savaşmadık! yoksa savaştık da ben mi hatırlamıyorum?
haaa, ingiltere'yle 'çekiştik' tabii (amerika, o zamanlar kolu buralara uzanmadığı için, karışmıyordu.)
yedi düvelden ikincisi olan fransa önce bize ters bakıyordu ama, güç dengesi bize döndüğü zaman, karşı çıkmak bir yana, bizi açıkça destekledi (1921 ankara antlaşması diye bir şey duymuş muydunuz?)... bunda elbette 'emperyalistlerin kendi iç çelişkilerinin ve çıkar çatışmalarının' da payı oldu.
asıl, çiçeği burnunda sovyetler birliği, başından beri yanımızda ve arkamızdaydı. bize hem (altın) para verdi hem de silah.
bu nedenle, kızılordu'nun kafkasya'yı adım adım yeniden ele geçirmesine de ses çıkarılmadı, göz yumuldu! bir anlamda, soydaşlarımızı 'kaderlerine terk etmek' zorunda kaldık. 'sattık' dememek için böyle dedim.
işin matrağı, fransa'dan da top ve silah satın aldık.
bir de yunanistan'daki gelişmelere bakalım.
yunanistan'da, 14 kasım 1920 pazar günü büyük bir olay, müthiş bir değişim oldu, akıl almaz bir dönemeç dönüldü.
anadolu'ya saldırmış olan venizelos seçimleri kaybetti! iktidara, büyük savaşta 'almanya'ya yatmış' olan kral konstantinos ve adamları geri döndüler, başbakan da, berikinin can düşmanı dhimitrios ghounaris oldu.
bu adam, anadolu 'serüvenine' başından beri karşıydı; iktidara 'küçük ama şerefli yunanistan' sloganıyla gelmişti. yunan halkı savaş da istemiyordu, ege bölgemizi de istemiyordu! burada yaşayan soydaşları da çok fazla umurlarında değildi.
fakat, 'hazır ordu ilerlemişken niçin geri çekilelim, enayiliğin lüzumu yok' diye düşündü ve bu hatasını bozgundan sonra kurşuna dizilerek ödedi (hapishanede tifoya yakalanmış, ateşi varmış, ayakta duramıyormuş, dizüstü ıhtırıp çökertmişler de öyle vurmuşlar, hemingway anlatır... )
yunan ordusunda bütün 'venizelosçu' subaylar hemen tasfiye edildiler ve yerlerine kralcı, fakat üçüncü sınıf, yeteneksiz adamlar atandılar. zaten dikkat ederseniz, inönü çarpışmalarında 'makus talihin' lehimize dönmesi de bu olaylardan hemen iki ay sonradır! ellerinde, bizim komutanlarımızın çapında adam yoktu.
yunan ordusu feci şekilde bölünmüştü, iliklerine kadar politikaya bulaşmıştı, disiplin misiplin de kalmamıştı; örneğin venizelosçu assubaylar ve erbaşlar, kralcı subayların emirlerini dinlemiyorlardı!
üstelik bolşevizm de yunan ordusunda çok yayılmıştı, yunan siperlerinde kızıl bayrak çekenler, 'türk emekçi kardeşlerimizle savaşmak istemiyoruz' diye alenen slogan atanlar vardı!
işte yunan ordusunu pişmiş armut gibi kucağımıza düşüren etkenler azıcık da bunlardır.
ve çok iyi tanıdığımız birisi de, 'hacıanesti, şimdi ... ananı!' diye bağırmıştır...
çünkü, trikoupis'ten önceki asıl yunan cephe komutanı general hadzianestis, 26 ağustos 1922 sabahı bizim toplarımız konuşmaya başladıklarında, cephede değil, izmir'de kraemer palace hotel'in odalarından birinde (bugünkü alsancak meydanı'nın boşluğunda yer alan o zamanın en büyük izmir oteli), herhalde kral dairesinde, ünlü kantocu karantinalı dhespina'nın koynundaydı!... karıyı, izmir merkez komutanı albay nikolaos zafiriou'dan devralmıştı!
elbette bütün bunlar, müthiş ve büyük başarımıza, yarattığımız mucizeye halel getirmezler. bu cümleyi eklemek zorunda kalmam da ülkemizin 'demokratik sefaletini' yeterince kanıtlar.
Tümünü Göster