+108
-129
bir gün bir köylü atatürk'ün orman çiftliği sınırları içindeki bir tarlayı, kendi tarlasıymış gibi sürüyordu. onu gördüler. uyardılar, dinletemediler. bunun üzerine atatürk'e söylediler.
atatürk denetlemeye çıktığı zaman o tarafa gitti. yanındakiler toprağı sürmekte olan köylüyü göstererek:
- işte budur, dediler.
atatürk yavaş yavaş ona doğru yürüdü; yaklaşınca sordu:
- burada ne yapıyorsun?
köylü gülümsüyordu. son derece sevip saydığımız, fakat asla korkmadığımız bir insan karşısında nasıl durursak köylü de öyle duruyordu. sakin bir sesle cevap verdi:
- tarlayı sürüyorum.
- iyi ama, bu tarla senin midir?
- değildir.
- kimindir?
- atatürk'ündür!..
köylü bu cevapları vermekle suçu kabul etmiş oluyordu. bu itibarla dava kaybolmuş demekti. atatürk, kendi toprağına tecavüz edildiği için değil, haksızlık yapıldığı için sertlendi ve sordu:
- iyi ama, sen başkasına ait bir toprağın ona sorulmadan ve izin alınmadan sürülüp ekilemeyeceğini bilmiyor musun?
köylü hiç telaş etmiyordu. aynı sükunetle dedi ki:
- biliyorum, fakat benim bu tarlayı sürüp ekmeye hakkım vardır!
atatürk'ün kaşları çatıldı, büyük bir merak ve hayretle ona sordu:
- bu hakkı nereden alıyorsun?
- çok basit... atatürk bizim babamız değil midir? insan babasının tarlasını sürüp ekerse kabahat mi işlemiş olur?
atatürk'ün yüzünde takdir ve sevgi duygularının en coşkununu anlatan engin bir gülümseme oldu; köylünün sırtını okşadı ve:
- baban kimdi bilemezdin şerefsiz!.. diyerek uzaklaştı.
bu davranış karşısında herkes boynunu bükmüş ve gözyaşlarını tutmaya çalışıyordu.