1. 1.
    0
    toplantı sırasında çaktırmadan etrafını inceleyen ayça sık sık kaçamak bakışlarla karşılaşıyordu. bu bakışların bir kısmı dostça, rahatsız etmeyen bakışlardı. mesela zonguldak bayii faruk bey’inki bu kategoridendi. faruk bey şirketin en eski bayilerindendi. şirketle daima iyi ilişkileri olmuş, yaşı gereği ayça’ya hep babacan tavırlarla yaklaşmıştı. şirketin işleyişi, bayi beklentileri gibi konularda ondan çok şey öğrenmişti ayça. gülümseyerek faruk bey’i selamladı.

    bir de şu ismini bilmediği yeni sivas bayii, ya da mersin bayii sadık bey gibi bakışlarını pek beğenmediği adamlar vardı. sanki dostça ya da merakla değil, dişiliğine gösterdikleri ilgiyle süzüyorlardı onu. sadık bey zaten her zaman ona aşırı bir ilgi gösterir, yemeklerde filan yanına oturur, fırsat bulsa hemen yılışacak bir izlenim verirdi. üstelik sadık bey bildiği kadarıyla evli bir adamdı. ah erkekler…

    ayça toplantıdan sonra odasına çıkıp uzandı. akşam yemeğini hep birlikte şehrin ünlü bir lokantasında yiyeceklerdi. biraz kestirip, duşunu alıp hazırlanacaktı. sekizde lobiden alacaklardı onu. bu arada resepsiyonu arayıp, çarşamba sabahı antalya otobüsüne rezervasyonunu yaptırmayı unutmadı. bir aksilik olmazsa öğlene tatil köyünde olacaktı. yatağında uzanmış, uyku uyanıklık arası tatili düşünürken, piraye’nin birileriyle tanışıp tanışmadığını merak etti. belki de onun gibi olmak lazım diye düşündü; hiçbir şeyi düşünmeden kendini koyuvermek, hayatı sürekli bir macera arayışı olarak yaşamak…

    saat tam sekizde lobiye indi. hemen herkes oradaydı, ayça da gelince hemen taksilerle yola çıktılar. ayça o akşam son derece şık, tekparça-omuzlardan askılı siyah bir gece elbisesi giymişti. bu elbise acaba ortama fazla mı kaçar diye düşünmüş ama sonunda yine de giymeye karar vermişti. dizüstü eteği, hafif göğüs dekoltesi, ince topuklu ayakkabıları, omzunda beyaz şalı ve küt kesimli sarı saçlarıyla gerçekten tüm dikkatleri üzerinde toplamıştı.


    takside yine hep olduğu gibi sadık bey yanında oturuyordu. çaktırmadan bacaklarını süzmesi ayça’nın hoşuna gitmiyordu. sadık bey 45 yaşlarında, orta boylu, göbekli, saçları büyük ölçüde dökülmüş, hiçbir çekiciliği olmayan, tipik bir anadolu bayisiydi. yaklaşımları hoşuna gitmese de adam şirketin sevilen, en çok satış yapılan bayilerindendi.

    yaklaşık 20 dakikalık bir yolculuktan sonra şehrin biraz dışındaki lokantaya ulaştılar. önceden hazırlanmış masalara yerleştiklerinde ayça gruptaki tek kadın olduğu için kendini biraz tuhaf hissediyordu. rahatsız değildi ama yine de garibine gidiyordu. daha önceleri de bayi toplantıları hep böyle olurdu ama nedense bu kez bu durum daha bir gözüne batmıştı.

    masalar büyük bir dikdörtgen şeklinde yerleştirilmişti. ayça tam ortaya, başköşeye oturtuldu. i̇ki yanına ankara bayii hayri bey ve rize bayii ahmet bey oturmuşlardı. i̇kisiyle de fazla samimiyeti yoktu ayça’nın. biraz canı sıkılmıştı;

    - “keşke faruk bey’in yanına otursaydım” diye düşünüyordu. herkes acıktığından bir süre kimse pek sohbet etmedi kendini yemeğe verdi. ayça adeti olduğu üzere yemeğin yanında beyaz şarap içiyordu. böyle zamanlarda en fazla 2 kadeh içer, bu da onu çakırkeyif yapmaya yeterdi. fazlasını istese de içemezdi, bünyesi içkiye karşı dayanıksızdı.

    - bir süre sonra karınların doyması ve içkinin de etkisiyle herkeste bir gevşeme, rahatlama oldu; ortam neşelendi. ayça da hayri bey’le satışların artırılması üzerine hararetli bir tartışmaya daldı. bir ara ahmet bey’le de ilgilenmek için sağına döndüğünde yanında sadık bey’in oturmakta olduğunu gördü. sadık bey samimi bir tavırla rakı kadehini ayça’nın kadehine vurarak,

    - “hadi bakalım sağlığınıza ve güzelliğinize içelim ayça hanım, bu akşam göz kamaştırıyorsunuz”, diye yılıştı. ayça hafifçe gülümseyerek teşekkür etti. i̇çinden

    - “buldu yine beni sırnaşık şey”, diye geçirdi. kendisi için zoraki bir sohbete giriştiler. sadık bey sürekli konuşuyor, konuşurken konudan konuya atlıyordu. tam şirketin pazarlama stratejisini tartışmaya başlamışken, birden nasıl oluyorsa sadık bey’in çocuğunun kolejlere giriş sınavını konuşurken buluyordu kendilerini ayça.

    - laf lafı açtı, sadık bey kadehleri peş peşe yuvarladı, ama bana mısın demedi. sanki hiç içmemiş gibiydi. bu arada ayça’nın da kadehi boş durmuyordu. bazen tüm karşı koymalarına aldırmadan sadık bey kadehini yeniliyor, bazen de masa masa dolaşan bayilerden biri kaşla göz arası elindeki şişeden takviye yapıyordu. i̇pin ucunun kaçmaya başladığını fark eden ayça izin isteyip tuvalete gitti. yüzünü gözünü yıkamak, biraz kendini toparlamak istiyordu. aynada gözlerinin çakmak çakmak baktığını görüp,

    - “tamam ayça. bu kadar yeter. artık daha fazla içmeyeceksin. yoksa düpedüz sarhoş olacaksın”, diyerek makyajını tazeledi ve salona döndü.

    salonda iyice sarhoş olan bayilerin kahkahaları yankılanıyor, sigara dumanından insanın gözleri yanıyordu. ayça masasına ilerlerken adımlarını zor attığını, umduğundan daha sarhoş olduğunu fark etti. kendisi gibi sarhoş bir sürü erkeğin ısrarlı bakışları altında yerine oturdu. sadık bey birdenbire

    - “söyle bakalım ayça, kocan nasıl?” diye sormasın mı, ayça şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı. sadık bey’in birdenbire senli-benli konuşmasına mı, yoksa sanki kırk yıllık arkadaşıymış gibi tolga’yı sormasına mı şaşıracağını bilemedi. kekeleyerek,

    - “i̇yi, çok iyi”, diyebildi.

    - “merak ediyorum da, insanın senin gibi güzel eşi olursa, onu nasıl böyle tek başına buralara gönderir acaba?”

    - “i̇ltifatınız için teşekkür ederim ama bunda merak edecek bir şey yok bence sadık bey. günümüzde eşlerden her birinin kendi işi var. sonuçta ben buraya gönül eğlendirmeye gelmedim ki.”

    - “ayça, lütfen sizli-bizli konuşmayı bırak artık. yeni tanışmadık ya, ne zamandır tanıyoruz birbirimizi. öyle değil mi?”

    - “evet, doğru söylüyorsunuz sadık bey, pardon… sadık!”

    - “hah şöyle! resmiyeti bırakalım canım.” açıkçası ayça ne yapacağını bilememişti. kendine kızıyor, onun bu samimi tavrına çanak tutmuş gibi hissediyordu. bu arada,

    - “şerefinize ayça hanım, arkadaşlar sizden çok bahsettiler. şirketimizin medar-ı iftiharıymışsınız. ben sivas bayii mahmut öztürk”, diyen sese başını çevirdiğinde, hayri bey’in yerine gündüzki toplantıda kendisini bol bol kesen genç bayinin oturmuş olduğunu gördü.

    - “teşekkür ederim mahmut bey. tanıştığımıza memnun oldum. nasılsınız?”

    - “sizi sormalı, ben gayet iyiyim. ne zamandır diğer bayi arkadaşlarla tanışmak için can atıyordum. kısmet bugüneymiş. hem sizinle de tanışmak nasip oldu. umarım bundan sonra sık sık görüşürüz. sizi sivas’a da bekleriz.”

    - “i̇nşallah mahmut bey, ilk fırsatta ziyaretinize gelirim.”

    - “dört gözle bekleyeceğim.” bu son sözleri gayet yılışık bir ifadeyle ve doğrudan gözlerinin içine bakarak söylemesi ayça’yı huzursuz etmişti.

    “nereden çıktı bu şimdi? biriyle uğraşmak yetmezmiş gibi”, diye kendi kendine söyleniyordu. mahmut elindeki şarap şişesini aniden ayça’nın kadehine boşaltarak,

    “hadi ama, şerefe kadeh kaldıralım”, dedi. ayça artık içmek istemediğini söylemesine rağmen hem mahmut, hem de sadık onu içmeye zorluyorlardı. i̇stemeye istemeye şarabını yudumlayan ayça, karşısındakilerin,

    “olmadı ama, hadi fondip!” dolduruşlarına biraz direndiyse de, sonunda ısrarlara dayanamayıp kadehini bir dikişte bitirdi. az sonra yanlarına gelen adana bayii cihat bey, aralarında karar verdiklerini, buradan kalkıp, şehrin tanınmış barlarından birine gideceklerini ve itiraz kabul etmediklerini haber verdi. cihat bey hoşsohbet ve hayır denmesi zor bir adamdı. kendini toplantının evsahibi olarak görüyor, iyi niyetle herkesi eğlendirmesi gerektiğini düşünüyordu. ayça
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster