0
Bir panpamın tavsiyesi ile araştırdım bende ve Ebu Hanefinin görüşünü buldum:
b]imâm-ı A’zam Ebû Hanife ve Hanefîlik, Anadilde ibadete izin Veriyor mu?[/b]
Türk ve islâm dünyasının büyük bir bölümü, imâm-ı A’zam Ebû Hanife’ye bağlıdır. O’nun fetvaları Hanefî Mezhebi’ne bağlanan Müslümanlar için bir buyruktur. Bu nedenle Ebû Hanife’nin anadilde ibadetle ilgili görüşünü, önemi nedeniyle açıklamak gereklidir.
Önceki Diyanet işleri Başkanlarımızdan Ord. Prof. Şerâfeddîn Yaltkaya [10] ve Ord. Prof. ismail Hakkı izmirli [11] Ebû Hanife’nin şu fetvayı verdiğini açıklamaktadırlar: [12]
[i]“… Ebû Hanife’ye göre Kur’ân lâfız (söz) değil, belki lâfzın açıkladığı anlamdır.[13]
Bunun için Kur’ân’ın Arapça, Türkçe ve Acemce (Farsça) gibi herhangi bir dile ihtisası yoktur. Anlamdan ibaret olan Kur’ân’ın herhangi bir dil ile açıklanması müsavidir (eşittir).[14]
Ebû Hanife’nin bu konudaki (yargısının) kanıtları şunlardır:
1. “Şüphe yoktur ki Kur’ân; önden (önceden) gelip geçen peygamberlerin kitaplarında var idi.” [15]
2. “Şüphe yoktur ki bu Kur’ân; ilk kitaplarda var idi.” [16]
Pek açıktır ki Kur’ân; (Hz. Peygamber’den) önce yaşayan peygamberlerin kitaplarında Arapça değildi. Oysa ki bu âyetlerle kesin surette Kur’ân’ın bu kitaplarda mevcut olduğu açıklanmakta olduğundan Kur’ân sözcüğünün önceki peygamberlerin kitaplarında olan ile Peygamberimize indirilmiş olan (yani Kur’ân-ı Kerîm) arasında iştirak noktasını ifade ettiği anlaşılmaktadır. Bu iştirak noktası ise, yalnız Arapça değildir. Belki Arapçanın ifade ettiği anlamı bildiren herhangi bir dil ile terkib-i hususîdir.
Bundan dolayı namazda okunması emredilmiş olan Kur’ân; bu iştirak noktasını oluşturan Kur’ân’dır. Bu ise yukarıda söylenildiği gibi Arapçanın ifade ettiği anlamı bildiren herhangi bir dil ile olan terkib-i hususîdir. Kesilen bir hayvanın kesildiği sırada çekilen besmelenin herhangi bir dil ile çekilmesi icma[17] ile caiz (dine uygun) olduğu gibi, namazda dahi herhangi bir dil ile olursa olsun Kur’ân’ı kıraat (okumak) caiz olur.[18]
Bundan dolayı Kur’ân’ın yalnız namazdan ibaret olduğunu kabul eden imam Ebû Hanife’ye göre bu kitabın Arapça olan özel nazım ve terkibini güzelce telâffuz (söyleme) kudreti olanları ile bu nazm-ı Arabiyi (Arapça şiiri) telaffuza (söylemeye) kudreti olmayanlar (yeteneği bulunmayanlar) bir fark gözetmeye bir mahal kalmadığından Nazm-ı Arabîyi teleffuz kudreti olsun olmasın, herhangi bir kimsenin namazda Kur’ân’ı herhangi bir dille okuması caiz (uygun) dir. [19]
Namazın başlangıcında dahi imam Ebû Hanife’ye göre Arapçadan başka herhangi bir dil ile Allah zikretmek, örneğin “Tanrı uludur…” demek caiz olur. Çünkü [Kur'ân-ı Kerîm 87. A'lâ Sûresi 15. âyeti şunu buyurur]: “Rabbının adını anar anmaz namaza durdu.” [Bu âyetle] sabit olduğu gibi namazın başlangıcında maksud (amaç) olan, Tanrı’nın anılmasıdır. Bunun ise hiçbir dile ihtisası yoktur. Tanrı’yı herhangi bir dil ile anmak diğer bir dil ile anmaya müsavidir (eşittir).[20]
Sonuç: imam Âzam’a göre Arapçadan başka herhangi bir dil ile namazın başlangıcında Tanrı’yı anmak, namazın içinde Kur’ân’ı kadelerde teşehhütleri okumak ve Cuma günleri hutbe irat (okuma) etmek uygun (caiz) olur.[/i]” [21]
imam Âzam’a göre, “ezanda muteber (geçerli) olan örf” [22] tür.” [23]
[imam-ı Âzam'ın] öğrencilerinden Hasan b. Ziyad’ın imam’dan rivayetine göre bu nokta şöyle açıklanıyor: Örneğin, Acemce (Farsça) ezan olduğunu anlayacak olursa bu ezan caizdir, anlamayacak olurlarsa caiz değildir. Çünkü ezandan amaç vaktinin gelmiş olduğunu halka bildirmektir.[24]
Açıklama yerinde ise, Hanefî mezhebinin üç önderi (imamı) vardır. Bunlar imam-ı Âzam Ebû Hanife ile imam Ebû Yusuf ve imam muhafazid’dir. Bu mezhebe mensub olanlar dilerlerse Ebû Hanife’nin, dilerlerse Ebû Yusuf ile imam muhafazid’in fetvalarına uyarlar. Bu nedenle imam Ebû Yusuf ile imam muhafazid’in içtihatları (fetvaları) önem kazanmaktadır.
Acaba adına imameyn (iki imam) denilen Ebû Yusuf ile imam muhafazid bu konuda neler söylediler?
“… Kur’ân yalnız anlam (mana) değil; anlam ile birlikte nazm-ı Arabînin toplamından oluşmaktadır (ibarettir). [Bu yargının] delilleri şunlardır:
1. “Biz o kitabı Arapça Kur’ân kıldık.” [25]
2. “Açık bir dil ile olan Arapça ile sana indirdik” [26]
imameyn (iki imam) bu âyetlerden Kur’ân’ın sadece anlamdan değil; lafz (söz) ve anlamdan mürekkeb olduğunu anlatmışlardır. Bunlara göre lâfız ve mana (anlam) Kur’ân’ın ayrı ayrı birer rüknüdür (olmazsa olmazıdır). Şu kadar var ki lâfız rüknü (koşulu) zait olmakla acz zamanında sakıt olur. [27]
Tümünü Göster