1. 1.
    +1
    iki türlü görüş var. birincisi hasan sabahın fedailer yetiştirdiği ve suikastlar düzenlediği.
    fedailerini cennet bahçesi denen yerle kandırdığı, haşhaş içirerek uyuşturduğu. günümüzde bin la din hasanla sabbahla özdeşleştirilir. bir çok örnek var. korku dehşet saçan, sapkın, şehvet delisi, dini yanlış anlamış bir grup gibi anlatılır.

    diğer ise aşağıdaki yazılardan anlaşıldığı kadarıyla tamamen başka.

    batıda tapınakçılar çok ciddi bir örgütlenme kurmuşlardı. dünya çapındaki en güçlü örgütlenmeydi. fedailerle karşılaşıncaya kadar. tapınakçılarla fedailer arasında çok gizli anlaşmalar yapılmış. hatta o dönemin üstadı fedailerin kendilerinden çok daha iyi örgütlendiklerini söylemiş.

    hasan sabbah

    yemen kökenli küfeli bir araptır. hasan sabbah 17 yaşına kadar oniki imamcı şii eğitimi almış. ancak onyedisinde dai amir darrin’den el alıp, ismaili dava'sına katılmıştı. ismaili dava'sı üzerinde, propagandistler tarafından birçok kitaplar okutulup, eğitim derecelerinden geçirildikten sonra imam cafer oğlu ismail’in imamlığının ve onun ardıllarının yasallığına inandırılmış. böylelikle fatimi ismaili davasına kazanılmıştı. mustansır üzerine ‘ahd (ikrar, yemin) töreninden’ geçerek, onun zamanın imamı olduğunu kabul edip ismailizmi kucaklamıştı.

    hasan sabbah, gerçekten iyi bir örgütçü, politik stratejist ve eşsiz yetenekte çok önemli bir insandı. aynı zamanda hem bir düşünür hem de inançlı bir yaşama öncülük eden bir yazardı. hasan’ın, felsefe ve astronomi öğrenimi gördüğü, inanç görevlerini yapmadığında, zamanını okumaya-yazmaya ayırdığı ve nizari toplumunun işlerini yönettiği anlatılır. daima daylam daisi olarak kalan hasan sabbah, ölümünden sonra gizli nizari imdıbının hüccet’i olarak saygı gördü.

    arapça’da 'assasseen', ‘muhahafızlar-koruyucular’ anldıbına gelir ve bazı yorumcular, sözcüğün gerçek kökeninin 'sır muhafızları-koruyucuları' olduğunu düşünmektedirler. hasan sabbah’ın yönetimindeki bu inanç örgütlenmesinde inanca çağıranlar dailer, öğrenci-mürid olanlar rafik (yoldaş, arkadaş), fedailer ise adanmışlar idi. bu son grup hasan sabbah tarafından ismaililiğe eklenmişti ve bunlar suikastçı timleri gibi yetiştiriliyordu. fedailerin üzerinde bir kuşakla bağlanan beyaz bir giysi, ayaklarında kırmızı çizme, başlarında ise kırmızı başlık bulunuyordu. hançeri kurbanın göğsüne ne zaman ve nerede yerleştirecekleri konusunda dikkatli bir eğitime ek olarak onlara dil öğretiliyor; kıyafet değiştirme ve askerler, tacir ve keşişlerin yaşam tarzları gibi alanlarda yetiştiriliyor ve görevlerini uygularken, onların herbirini, taklit ve temsil etmeye hazır duruma getiriliyorlardı.”

    ata malik cuveyni (1226-1283), alamut kalesini, 1256 yılında yakılıp talan edildiği zaman görmüştü. “tarikh-i jihangusha” (çev. jhon a. boyle, cambridge 1958: 719) adlı yapıtında “alamut, diyor, boynunu yere dayayarak diz çöken bir deveye benzeyen bir dağdır”. rudhbar bölgesindeki kazvin’in yaklaşık 35 km. kuzeybatısında, daylam’dadır alamut. uzaktan doğal görünüşüyle kule gibi yükselen büyük bir kayadır; daha fazla yan taraflarında güçlükle anlaşılabilir teraslı bayırları, fakat tepesinde geniş yapıların kurulabildiği dikkate değer düzlük alanı olan bir kocaman kaya. dağlık arazide oluşmuş, saldırılardan kendisini kolaylıkla koruyabilecek durumdaydı.

    alamut şimdi yerel olarak, tahran’nın 100 km. kuzeybatısına rastlar; elburz'un en yüksek doruğunu oluşturmaktadır. elburz sıradağları, iran’ın yüksek yaylalarını, hazar denizinin alçak ovalarından ayırır. alamut kalesinin yüksekliği 180 m., uzunluğu 135 m. ve genişliği 9 ile 37,5 m. arasında değişmekte ve kısmen elburz sıradağlarının tepeleriyle kuşatılmış durumdadır. bugün alamut kayalığı kal’a-i guzur han olarak bilinmektedir.

    hasan sabbah, mehdi’den alamut’ta üzerinde oturacağı bir sığır derisinin kaplayacağı kadar toprak parçası istemiş, o da kabul etmiş. seyyidina hasan bir öküz derisini ince ince sırım çekerek, tüm kaleyi kaplayacak duruma getirip kaleye sahip olmuş.

    marco polo farsçadaki söylenişiyle pir-i alamut’u (hasan sabbah’ı), ‘dağlı ihtiyar’ adıyla batıya büyük kötülüklerin adamı olarak sunmuştur. gezi notlarındaki fedayi yetiştiren cennet tanımlamasından çok kısa bir özet sunalım:

    “dağlı ihtiyar, kendisine cesur erkekler olmaya aday görünen, oniki yaşındaki çocukları sarayında alakoyup yetiştirirdi. zamanı gelince onları dört, on ve yirmilik gruplar halinde bahçeye gönderilir ve orada haşhaş içirilirdi. üç gün boyunca uyurlar ve sonra onları uyandırılacakları bahçeye uyur durumda taşırlardı. bir sure sonra bu genç adamlar uyandıklarında, kendilerini buldukları görkemli bahçede, gerçekten cennette olduklarına inanıyorlardı. güzel körpe kızlar, büyük eğlence gösterileri yaparak, şarkı söyleyerek daima onlarla birlikte olurlardı; istedikleri herşey verilirdi. bunun için kendi özistemleriyle bu bahçeyi asla terketmek istemiyorlardı. ne zaman yaşlı adam birini ölüme göndermek isterse, onu çağırıp şöyle söylerdi: 'git ve bu işi yap. ben bunu sana yaptırıyorum, çünkü ben senin cennete geri dönmeni ve burada herşeye sahip olarak ebedi mutlu yaşamanı istiyorum.' böylece eğitilmiş suikastçılar (assassins) gider, eylemi büyük bir istekle gerçekleştirilerdi."

    marco polo’nun cennete benzettiği (unutmayalım ki, cennet aynı zamanda 'bahçe' demektir) ve bu cennette ağaç değil de ölüm araçları yetiştiğini hayal ettiği alamut bahçeleri ve haşhaş kullanımı üzerinde son açıklamaları da şöyle özetliyor e. burman:

    “bahçenin eski pers soylularının yaşamı ve mistisizmin önemli bir parçası olduğu zaten bilinmektedir. bu geleneği sürdürmüş olan hasan sabbah ve diğer erken assassin üstatlarının görkemli bahçelere sahip olması doğal gözükmektedir. açılan su kanalları ve ismaili kalelerinde düzenli su gereksinimini sağlamak için alınmış titiz önlemler, iran-arap köyleri ve çiftlik evlerinin bugün dahi akarsuyun varlığına verdiği önem ve özende yansır. işte m.polo’nun içinde asssassinler yetiştirdiği bahçe öyküsü büyük olasılıkla kökenini bu gerçeklikten alır.”

    “geçen yüzyılın ilk çeyreğinden beri pek çok bilim adamları tartıştı ve inandırıcı bir biçimde gösterdiler ki, ‘haşhaşin, yani haşhaş kullananlar’ sıfatı, müslüman kronikerleri ve diğer kaynaklarda hiç görülmediği halde, ismaili düşmanlarından alınma bir yanlış adlandırmadır. aslında ‘kötü şöhretli halk’ ve ‘düşman’ gibi küçük düşürücü bir anlam içinde kullanıldı. terimin bu tür bir anlamı çağdaş zamanlara kadar yaşadı; 1930’larda “haşhaşen” sözcüğünün mısır arapçasında hâlâ “gürültücü, başıbozuk” anlamında kullanılıyordu. haşhaşın iranlı ismaililerle-özellikle alamut kitaplığı ya da gizli arşivleriyle ilişkisinin bir açıklaması yoktur.” haşhaşiler tarikatı inci sözlük timi
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster