1. 26.
    0
    Yankıların arasında bana ait olmayan bir ses duymuştum. O tüylerimi diken diken eden yavaş kahkahaydı bu ve gittikçe sesi yükseliyordu. Koşmaya başladım, ayağım kaydı, yüzümü yere çarptım. Kahkaha yükseliyordu. Bir şey beni ayağımdan yakaladı ve hızla çekmeye başladı. Çığlıklar atarak, suratım buzlu zemine çarpa çarpa sürüklendim. Yaşadığım şok ve acının etkisiyle kendimden geçmiş olmalıyım.

    Gözlerimi açtığımda önce hiçbir şey göremedim. Yavaş yavaş etrafımda solgun, fosforlu bir ışık olduğunu algıladım. Güçlükle ayağa kalktım. Her yerim ağrıyordu. Birkaç adım atmaya kalktım, burnum sert bir şeye çarptı. Bir çeşit kafesin içinde olduğumu algıladım. Parmaklıkları yoklarken, bir anda kemikten yapılmış oldukları gerçeğiyle yüz yüze geldim. Çığlığımı zorlukla bastırdım. Tenimi ısıran soğuğa rağmen baştan aşağıya terlediğimi duyumsadım. Yaklaşan iniltiler ve ayak sesleri. Çaresizce kafesin arkasına sindim. iki metre gerideki taş duvarın dibine çaresizce çöktüm. Yaklaşan fosforlu ışıklar. Karşımda iki parlak beyaz kafa belirdi. Yumruklarımı sıktım ve bildiğim bütün duaları saymaya başladım. Beyaz kafalar yüzlerini kafese dayadı. Tüylerim diken diken bir halde bu iki acayip yüzü inceledim. insan gibiydiler ama bir farklılık vardı. Tenleri bembeyazdı ve solgun bir ışık saçıyordu. Allahım! Gözbebekleri ve burunları yoktu. Anlaşılır bir dilde konuşmaya başladıklarında donup kaldım:

    -Güneş dünyadan.

    -Kayıp yolcu.

    -Yutan’a hediye.

    -Korku yok.

    Kemik parmaklıkları kaldırıp iki kolumdan tuttular. Karşı koymaya gücüm yoktu. Kaygan zeminli tünelde ilerledik. Taş basamaklardan indik. Yüksek tavanlı geniş bir odaya geldik. içeride bu yaratıklardan onlarcası yüzünü bana dikmişti. Beni odanın ortasına bıraktılar ve çevremde bir halka oluşturdular. insan sesinden çok acı çeken bir hayvanın sesine benzeyen bir sesle konuşmaya başladılar. Söylediklerinden bir şey anlayamıyordum. Hepsi birdenbire sustu ve diz çöktüler. Hep bir ağızdan: ‘Yutan! Yüce Yutan!’ diye bağırmaya başladılar. Yaratıkların arasından başında parlak taşlar olan üç memeli bir yaratığın bana yaklaştığını fark ettim. Önce uzun uzun yüzümü inceledi sonra soğuk eliyle saçımı okşamaya başladı. Bir yandan da iniltili sesiyle konuşuyordu:

    ‘Kayıp yolcu.

    Doğru yerdesin.

    Doğru zamanda.

    Güneş yalancıdır.

    Yalan gözlerinde.

    Gece gerçektir.

    Gece hamiledir.

    Muhteşem gece.

    Raza hyinhyin.

    Derin yalancı.

    için gerçektir.

    Gerçeği gör.’

    Uzun tırnaklı elleri göğsümün üzerinde durdu. Tırnaklarını sertçe göğsüme batırdı ve derimi yırtmaya başladı. Acı içinde çığlık attım ve elini itmeye çalıştım. Çok güçlüydü. ‘RAZA HYiNHYiN!’ diye bağırdı. Diğerleri de ‘Raza hyinhyin’ diye tekrar etmeye başladı. Hepsi bir olup üzerime çullandılar ve güçlü parmaklarıyla burnumu yakalayıp kopardılar. Fosforlu beyaz yüzleri, suratımdan fışkıran kanlarla kıpkırmızı oldu.

    Günlerdir karanlık bir hücrenin içindeyim. Bana sundukları böcekler ve solucanlarla beslenip hayatta kalıyorum, tabi buna hayat denirse. Her gün yanıma gelip o tuhaf sözcükleri tekrarlıyorlar. Bu cebimden ayırmadığım not defteri ve tükenmez kalem insanlıkla olan tek bağım oldu. Başıma daha ne gelecek? Bilmiyorum. Ama bunları yazmak bana bir zamanlar insan olduğumu hatırlatıyor. ‘Raza hyinhyin!’ Her gün kafamda bu sözcükler yankılanıyor. işin korkuncu bu sabah uyandığımda bu sözcükleri fısıldıyordum. içimde bir şeyler değişiyor. Kendimi öldürmeyi göze alamıyorum. Yazmak. Tek yapabildiğim bu. Belki de bunları kimse okumayacak. Kahretsin! Tükenmez kalem bitiyor. Ayak sesleri yaklaşıyor. Fosforlu yüzlerini mağaranın girişinde görebiliyorum. Yavaş, çok yavaş bir kahkaha atıyorlar sanki. Ellerinde beyaz bir çamur var. Yaklaşıyorlar. Allahım sen beni – Not defterindeki yazı bu noktada sona ermektedir.-

    Yorum Yapın »
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster