0
yani bu meselenin aydınlanması zaten (biraz kesinti var burada, devam ediyor) dışişleri bakanı sergei lavrov (rusya dışişleri bakanı) “bu gaz nereden geliyordu, nereye gidiyordu, bunun izahını bize bir verin” dedi “sayın türk yetkililer” dedi. bakın bu kepazeliğe bir son vermek lazım.biz bütün sınırlarımızda barışçıl ilişkiler geliştireceğiz iddiasında olanlar, bunun hâlâ böyle olduğunu söylemekten ar damarları çatlamadığı için utanmayanlar… yani, herkesle sorun yaşar vaziyetteyiz.
biz bunun bir parçası olmak istemiyoruz.
biz bunun bir parçası olmadığımızı türk halkı olarak suriye yönetimine anlatabildik ama kendi yönetimimize bir şekilde anlatamıyoruz! anlatamıyoruz, anlatamayacağız muhtemelen.
yani ,adana’da ölen polis memuru; mustafa sarı: niye ölüyor bu insanlar? niye ölmek zorundalar? yani nasıl bir mantıktır bu; yaşamdan çok ölüme inanan bir iktidar pratiği dünyanın neresinde kabul görmüş ki, biz kabul edelim?
ha, şunun da altını çizelim;
bakın, bu eylemler esnasında en çok unutulan insanlardan bir tanesidir; mehmet ayvalıtaş’ı unutmuş değiliz. ethem sarısülük’ü -diğer belediye işçisi-, gözünü kaybedenler, kafasında dikişler olanlar, yoğun travmada –duran meselâ (duran akbaş)- can çekişiyor ama bir kişi var, biliyor musunuz lale hanım(?) adana’da kağıt toplayan bir çocuk var, öldü! (- o nasıl öldü işte?) “o çocuk da o kargaşanın içerisinde köprüden düşen polisle beraber öldü” diye bilgimiz var. ama kağıt toplayan çocuğu kim ciddiye alsın ki? sürekli 3 çocuk yapmaktan bahsedenler, orada bir kağıt toplayan çocuk ölmüş, bunu niye ciddiye alsınlar ki?
çocuklar bu ülkede -2 buçuk yaşında kübra acından öldü- acından öldü! çocukalrına bakamadığı için 26 yaşındaki anne –biz ismini e.a. diye biliyoruz çünkü hep bir kısaltmadır bu ülkede yaşanan zulümler- yani, o kendini astı!
burada insanlar ölüyolr; toki bodrumunda da ölürsünüz bu ülkede, bugün zonguldak’ta yeniçeltek’te maden ocağında da ölürsünüz, yani bugün “metin göktepe” gibi “duvardan düşer” ölürsünüz! sonra bir gün tepenizde savaş uçakları belirir, roboski’deki 34 kişi gibi de ölürsünüz. afyon’da cephanelik patlar, “25 tane” asker olarak ölürsünüz; “kız vermiyorlar” gerekçesiyle askere gittiğini bildiğiniz çocuklardan bir tanesi diğer 11 arkadaşıyla “afgan dağlarında” –bizim ne işimiz varsa afgan dağlarında(?)- “nato çerezi” olarak ölürsünüz; yani sürekli ölürsünüz bu ülkede!
taksim… taksim direnişi bize biz olduğumuzu hatırlattı.
sürekli dışlanan, ötekileştirilen kim var ise hepsi bir şekilde bu davanın, bu direnişin bir parçası oldular. sanatçılar çıktılar ortaya. hepsini tanıyorsunuz, biliyorsunuz. ya “tiyatroma dokunma benim, benim söz hakkımı elimden alma” dediler. eşcinseller, -hepsine teşekkür ediyoruz- o direnişte yara saran, kandi yatağını yaralılara açan, su veren, pansuman yapan eşcinsellere teşekkür ediyoruz. orada olan alevi, kızılbaş, hacı bektaş veli kültür derneklerine, vakıflara, sivil toplum kuruluşlarına, eczanesini açan, su veren esnafa, hepsine teşekkür ederiz.
sürekli yansıtılmaya çalışılan şudur;
“bu direnişçiler araçları yaktılar, yıktılar, o kadar zarar verdiler”
bakın, bunun aksini çok rahatlıkla söyleyebilecek durumdayız. görsellerimiz var…
- ama bütün bunlara rağmen, görsellere, biz işte günlerdir burada durmadan yayın yapıyoruz, buna rağmen hâlâ öyle olduğunu iddia edenler de var türkiye’de.
şunu söylemek mümkün değildir;
yani, “bu iş içerisinde hiçbir şekilde hata yapmamıştır direnişçiler” söylemini geliştiremeyiz ama şunun altını çizmek lazım,
“o araçları yakanların nasıl üsküdar’da örgütlendiğini, onları örgütleyen hangi teşkilat olduğunu çok net biliyoruz” sadece bunu delillendirmemiz an meselesi; onların o direnişle, o direnişin kendi pratiğiyle alakası olmadığını çok net biliyoruz. provokatörlerin araya karıştığının farkındayız. bununla ilgili itidal çağrıları yaptık; “aman haklıyken haksız duruma düşmeyelim, bu gerçekten barışçıl bir eylem olarak sürsün çünkü biz barışçıl yollardan da bu iktidarın kifayetsizliğini, geçmiş iktidarlardan aldığı mirası –o sağ muhafazakâr ve baskıcı rejimi- katbekat arttırarak sürdürdüğünü” dile getirdik.
bu direnişi biz bu şekilde barışçıl yollardan da kazanabileceğimizi biliyoruz. bunun son derece net bir şekilde farkındayız. yani ankara’da insanların üzerine sürdüler araçları! (- evet) insanlar bunu gördü! mehmet ayvalıtaş nasıl öldü, detaylarına vakıfız. sürekli siyasetin içerisindeyiz. yani “mustafa sarı’ya üzülmediniz mi(?)” diyeceksiniz, -polis memuruna-! polis vazife selahiyetleri kanunu’na –eğer yanlış biliyorsak hukukçular bizi düzeltsin- “bir zanlı, bir eylemci, bir protestocu demokratik hakların dışında bir tutum geliştiren kişi kontrol altına alındıktan sonra polisin onu darp etmesi suçtur!” biz yerde tam olarak kapaklanmış insanların, baygın insanların dövüldüğüne şahit olduk bu eylemler esnasında. daha önce de olmuştu, 1 maıs’ta da olmuştu. yani mustafa sarı köprüden düştü, hayatını kaybetti… -eşi hamiledir, beş aylık hamiledir- o çocuğu babasız bırakmaya, o şekilde o polisi güdülendirmeye kimin hakkı var? kimin hakkı olabilir? ama aynı şekilde ilk gün, eylemin ilk günü üç tane direnişçi köprüden düşüp can havliyle kaçarken yaralandığında, gidip onları yerde yatarken gaz bombalarına tabi tutan yine polisti. ve biz bu polis teröründen sıkıldık, bıktık, yıldık. yeter yahu! yani hiç mi utanmıyorsunuz, evinize gittiğiniz zaman karınız gözünüze bakmıyor mu, bu eylemlerin içinde olduğunuzu bilmiyor mu, çocuğunuzun gözüne nasıl bakıyorsunuz? ne gerek var buna? adam zaten senden kaçıyorsa, onu yakalama telaşıyla –sana taş atmamışsa, bilye atmamışsa- bakın sürekli bir molotof, sürekli sürekli bir çelik bilye söylemi var bu hükümetin.
Tümünü Göster